3 Mart 2012 Cumartesi

SPOR SALONUMUZA ATEŞ DÜŞTÜ

Haftanın son iş günü… Spor salonuna doğru gidiyorum. Üzerimde miskinlikten eser yok, canlıyım. Kaçmak ya da kaytarmak gibi bir niyetim de yok. Yürüyorum ama kafamda bin bir düşünce… Yarınlar için endişeler, sorular, çıkmazlar. Beynim yorgun, ruhum bitkin… Sanıyormuşum ama öyle değilmiş… Nereden bilebilirdim ki…
Takvimlere aldırmadan soğuğunda direten havadan kurtularak içeri girdiğimde düşünceler hala kemiriyor içimi. Az da olsa kafamı dağıtmak için gelmişim. Spor bir terapi gibidir aynı zamanda. Hem sağlık, hem terapi…
Bayanlar soyunma odasındayız sonunda. İçerisi sıcacık… Boş bir kabin bulup içine sızıveriyorum. Öyle ortalık yerlerde çırılçıplak soyunanlar gibi değilim. Mahremiyet önemli…
Günlük kıyafetlerimi spor olanlarla değiştirirken bir yandan da dua ediyorum içimden. Ne olur geçip gitsin bu düşünceler artık diye…
Artık hazırım, son rötuşlar… Saçımı başımı düzeltiyorum, çıkmak üzereyim. Sağdan soldan gelen tanıdık ve olağan seslerden farklı bir ses çalınıyor kulağıma… Boğuk ve garip bir ses… Önce tanımlamakta güçlük çekiyorum. Engelli üyelerden birinin konuşması mı acaba derken, ses gitgide artıyor, anlamsızlaşıyor. Hala kabindeyim.
Nefesimi tuttum ve öylece bekliyorum…
Bir şey olduğuna eminim artık. Ses bir kadına ait… Boğuk bir kendinden geçme gibi, ağlama desen ağlama değil, bağırma desen bağırma değil… Çantalarımı alıp kabinden usulca çıkıyorum. Dolapların birleştiği yerde bir kalabalık toplandığını görüyorum.
Yaklaşıyorum çekine çekine… Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum ama her kötü habere yaklaşmak nasıl zorsa ayaklarım da bunu bilir gibi geri geri gitmek istiyor sanki…
Kalabalığa yaklaşıyorum iyice…
“Ben psikologum” diyor bir kadın sesi. Gözlerimi dikiyorum oradakilere ama neler olup bittiğini anlayamıyorum hala.
Sandalyede oturan başka bir kadının kriz geçirmekte olduğunu anlıyorum. Sara nöbeti gibi fiziksel bir hastalık olabilir mi? Yok, değil…
Ruhsal bir kriz bu… Psikolog kadın ona bir şeyler anlatmaya, sakinleştirmeye çalışıyor ama nafile…
Kadın giderek daha da perişan bir hale bürünerek bir şeyler geveliyor ağzında… Anlaşılmıyor dedikleri. Psikolog onu biraz sakinleştirmeye çalışırken benim onları izleyişimi bölen bir bilgi alıyorum. Başka bir kadın kulağıma eğilerek “eşi ölmüş” diyor. Yüzünde acılı ve daha çok acıyan bir ifadeyle…
Olduğum yere çöküyorum. Elimde spor havlum ve su şişem… Nesneler bir anda anlamını ve işlevini yitiriyor gözümde…
Boğuk sesle mırıldanan kriz halindeki kadının etrafında ne yapacağını bilemeden toplanmış bir grup kadınız. Salonun yetkililerinden birileri geliyor. Eşinin öldüğü söylenen kadına bir telefon uzatılıyor. Psikolog onun elinden alıyor ve bir şeyler öğrenmeye çalışırken bir yandan da onu sakinleştirmeye çalışıyor. Bir soru, bir cevap…
“Yoğun bakımdaymış” diyor. “Yanına gidebilirsiniz” diyor. Ama krizden çıkması gittikçe imkânsızlaşan kadının yüzü kıpkırmızı, algıları kapanmış… Dışarıda bir akrabası bekliyormuş haber geliyor. Zar zor eşyalarını toplamasına yardım ediliyor. Hepimiz sessizce izliyoruz acılı yüzlerle… O her zaman çenesi kapanmayan kadınlar sus pus olmuşuz…
Bin bir gayretle dışarı doğru çıkmasına çalışılıyor. Ya komadan çıkmasına? Çare yok…
Kollarına bir iki kişi girilerek yürütülmeye çalışılan kadın, yapayalnız ilerliyor orada… Yapayalnız…
Az önce kulağıma fısıldayan kadınla göz göze geliyorum. “Ölmemiş, yoğun bakımdaymış” diyorum bir ümitle. Başını iki yana sallıyor... “Lafı çevirdiler şimdilik” diyor. “Ölmüş”.
Arkada kalan kadınlar dağılmaya başlıyorlar yavaş yavaş. Bir yandan birbirimize bakıyoruz. Kimi çantasını yerleştiriyor dolaba, kimi duştan yeni çıkmış havlusuna sarılıyor sımsıkı. Bense yukarı pilates dersine girmek için çıkacağım. Ama dizlerimde takat yok sanki… Zorlaya zorlaya gidiyorum işte…
Salona gelirken kafamda dönüp duran düşüncelere ne oldu hani? Hepsi bomboş oldu bir anda. Hepimiz bomboşuz artık. Beş dakika, on dakika, belki bir saat… Etkilenmemek imkânsız…
Sonra ne oldu? Bir saat içinde herkes hayatına geri döndü. Unutulmasa da etkisi azaldı.
Ya o kadın? Onun hastaneye varana kadar tutunacağı bir yalandan başka ne kaldı elinde?
Ateş düştüğü yeri yakar… Yine öyle…
İçimi çekip dersin yapılacağı salona doğru yürüyorum. Ama artık içimde bir endişe, gelecek kaygısı ya da sorun yok. Çünkü her şey boş artık...
Her şey.
Ölümden başka. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder