1 Şubat 2012 Çarşamba

ENDİŞE DÖNGÜSÜNE ACİL MÜDAHALE

Genç kadın, haftalardır ihmal edilmekten keçe gibi olmuş saçlarını gelişigüzel hareketlerle toplayarak eline ilk geçen tokayla toplayıverdi. Gözü aynadaki görüntüsüne takıldı. Beti benzi atmış, gözlerinin altları çukurlaşmış, bakışları donuklaşmıştı. Kendini bir an tanıyamadı. Her ne kadar bu görüntü onu rahatsız etse de kendine çekidüzen vermek için kolunu kaldıracak hali yoktu. Güzelleşmek ya da canlanmak için hiçbir hevesi kalmamıştı. Gözlerini aynadaki görüntüsünden usulca uzaklaştırarak başını yere eğdi. İşte yine kendini mağdur hissediyordu…
Onu bu hale getiren şey, bir aile bireyinin hastalığı gibi görünüyordu. Tabi dışarıdan bakıldığında... Dilindeki kelimeler hep olumsuz, hep umutsuz nitelikteydi. Kısa bir süre içinde sanki gülmeyi unutmuştu. Hep uyumak istiyordu. Hep kendini hasta hissediyordu. Sırtında çuvallar taşıyordu sanki her gün. Öylesine yorgundu. Bitkinlikten ve isteksizlikten günlerini nasıl geçireceğini bilemiyordu. Yemekleri de düzensizdi artık. Ya saatlerce hiçbir şey yemeden duruyor, ya da doymak bilmeden yiyordu. Bu hastalık haberi yüzündendi hepsi… Kaderine lanet okumaya başladı…
Ne zaman rahat edecekti? Tek istediği huzurdu ama hayat bunu ona çok görüyordu işte. Hastalıklar, ölümler ve sonu gelmeyen terslikler yaşayarak geçirmişti son yıllarını. Bitmiyordu işte… Çilesi bitmek bilmiyordu. Tek bildiği, artık hastane köşelerinde vakit geçirmek istemediğiydi. Beyni bu düşüncelerle çalkalanırken ocaktaki çayın altını yaktı. Çaydanlığa da lanet okumak geliyordu içinden. Tek başına yemek ve içmek ona zor geliyordu. Ama zorluyordu işte kendini. Azalsa da henüz tükenmemiş olan hayatta kalma dürtüsüyle ayakta durmayı deniyordu.
Mutfaktaki pencerenin yanındaki sandalyelerden birine çöktü. Başını ufak yemek masasının üstüne koydu. Elleriyle şakaklarını ovuşturmaya başladı. Bu baş ağrısı da geçmek bilmiyordu. Ağrı kesiciyi içebilmesi için bir an önce bir şeyler yemesi gerektiğini düşündü. Onu sarıp sarmalayan duygular ne kadar da çok ve karışıktı. Hepsinin ortak yanı ise olumsuz olmalarıydı.
Korkuyordu…  Olacaklardan, yaşayacaklarından, her şeyden… Uzaklara gidip kurtulmak istiyordu bazen. Çözüm olmayacağını bile bile… Uzaklaşırsa dertleri bitecek sanıyordu… Artık devamlı “ya şöyle olursa, ya böyle olursa” diye kafasında kurgular yaratmaya başlamış ve etrafındaki herkesten uzaklaşmaya başlamıştı. Aile büyüklerinden, arkadaşlarından, eşinden. Herkesten… Belki de kendinden bile uzaklaşmıştı…
Yeni yıla ne kadar da güzel girmişti oysa. Sevdikleriyle ve eğlenerek. Eşsiz bir manzaraya karşı, müzik, dans, içki, dostlar… Yeni yıla heyecan dolu bir yürekle kalbi çarpa çarpa girmişti. Daha ne kadar oldu ki şansı ters döndü ve yine her şey üstüne üstüne gelmeye başladı diye düşünürken çayın suyunun taşmak üzere olduğunu fark etti. Derin düşüncelerinden sıyrılıp da bu tehlikeyi fark edebildiğine kendi de şaşırdı. Hastalanan yakınının da, evini hep sigarayı söndürmeden uyuyakaldığı için yakacağından endişe ederdi… Aslında her şeyden endişe ederdi… Anahtar kelime buydu galiba… Endişe…
Genç kadın ne anahtar kelimenin, ne kendisine açılan kapıların ne de gerçeklerin farkında değildi. Zihnini berraklaştırıp esas sorunlar üzerinde yoğunlaşmak yerine hep endişe ediyordu. Sanki tek bildiği buydu. Birkaç gün kazara iyi hissetse sonraki birkaç gün içinde endişe bulutlarının arasında yeniden kendini kaybediyordu.
Kahvaltısını  masada sessizce yerken yine bir sürü düşünceye daldı… 
Endişe, her şeyi olduğundan farklı gösterir… Muhtemelen de olduğundan çok daha kötü gösterir…
Darel Rutherfold’un şöyle bir sözü var; “Endişe, negatif duadan başka bir şey değildir”.
Anlamlı… İşe yarar mı peki?
Endişe duyulduğunda negatif olan insanları, olayları ve her şeyi kendimize doğru çekiyoruz. Çektikçe daha olumsuz durumlar yaşıyoruz ve bunları yaşadıkça yine endişe duyuyoruz. Kısır döngünün böylesi… Müdahale etmeye değer, değil mi?
Umarım o genç  bayan da endişelerine müdahale eder ve aynaya baktığında tekrar hoş ve mutlu bir kadın görür. En kısa süre içinde…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder