Kısa bir tatil sonrası şehir dışından İstanbul’a dönüyorduk. Temiz havanın
çarpmasıyla mayhoşlaşan başımızda hafif bir dönme peyda oluyordu. Üzerimizde
hafif bir yol yorgunluğunu ve büyük şehir hayatına azıcık ara vermenin tatlı
rehavetini taşıyorduk. Akşam saatlerinde Yalova yakınlarından geçerken, methini
çokça duyduğumuz bir köftecinin önünde duraklamaya karar verdik. Bir akşam
yemeği nasıl da ilginç, sıra dışı ve keyifli bir zaman dilimine
dönüşebiliyordu…
Beşgen şeklinde, tek katlı bir bina… Yer yer piknik masalarının
serpiştirildiği bir bahçe, binanın etrafını sarmalamış. Masalar ayrı ayrı birer
yemek odasındaymış gibi farklı yerlerde olacak şekilde bir bahçe dizaynı
yapılmış. Bazısı bir çardağın içinde, bazısı ağaçların altında bir köşede,
birkaç tanesi çocuk oyun araçlarının kenarında. Birkaç masa da köftelerin cızır
cızır pişirildiği büyük barbekünün etrafında. Sıradan tahta piknik masaları ama
hepsinin bulunduğu köşenin ayrı bir havası, ayrı bir sevimliliği var. İnsan
hangisine oturacağını şaşırıyor.
Çardağın ön tarafında, caddeye yakın olan köşelerden birini seçerek
yerleşiyoruz. Üzerinde rengârenk önlüğü ve elinde sipariş defteriyle hanım
hanımcık genç bir kız yanımızda bitiveriyor. “17–18 yaşlarında olmalı” diye
aklımdan geçiriyorum. “Hoş geldiniz”
diyor tatlı sesiyle. “Ne alırdınız?”
Yol yorgunu halimizle ne kadar acıktığımızı o anda fark ediyoruz. Listeden
bakarak köftelerimizin yanına bir kaç atıştırmalık söylerken fiyatların uygun
oluşuna şaşırıyoruz. Nerdeee İstanbul’da böyle fiyatlar…
Cici garson kız, en kibar ve en tatlı haliyle isteklerimizi not ederek
yanımızdan ayrılıyor. Etrafta akşamın sessizliği hâkim olmaya başlamışken, diğer
masaların da dolu olmasına şaşırıyoruz biraz. Hadi biz yolculukta olduğumuz
için geç kaldık yemeğe ama herkes de öyle mi acaba? Mekânın öyle samimi bir
havası var ki, saati şaşırmak ve oturdukça oturmak mümkün aslında burada…
Kısa tatilimizin değerlendirmesini yapmaya koyulmuşken genç kız tekrar
yanımıza yaklaşarak kullanıp atılan pratik bir masa örtüsünü seriveriyor. Beyaz
üzerinde mavi yunuslarla desenli bu masa örtüsüne hayran kalıyoruz. Büyük
kolaylık! Hem de çok şirin. Oldum olası kumaş masa örtülerinin lekesi, ütüsü bilmem
nesiyle uğraşmak bana hep saçma gelmiştir.
Biz örtüyü incelemeyi sürdürürken, genç kız tabaklarımızı, salatalarımızı ve gerekli ıvır zıvırı masaya yerleştirmeye başlıyor. Birkaç
kere daha gelip giderek eksiklerimizi tamamlıyor, ellerinde bulunmayan
içeceklerin yerine ne ikram edebileceklerini soruyor. Bu saatte ne kadar da
hızlı ve verimli çalıştığını düşündürecek kadar ivedilikle hareket ediyor.
Birkaç dakika içinde soframız hazır!
Ortamın hoşluğu kadar servisin de kendi çapında özenli, temiz ve hızlı
oluşunun rahatlığı içinde atıştırmaya başlayarak ve sohbete dalarak köftelerimizin
gelmesini bekliyoruz…
Takriben bir yarım saat kadar atıştırma ve laflama ile oyalandıktan sonra
fark ediyoruz ki köfteler bir türlü gelmiyor.
Bekliyoruz… Bekliyoruz… Etrafa bakınıyoruz, işaret edecek birini
arıyoruz. Ama köfteler yok!
Masadakilerle açlığımızı yatıştırmış olsak da artık akşam saatleri
ilerlemiş ve yola koyulup evimize ulaşmamız gerek… Yoksa hiç sorun değil…
Ama ne gelen giden var ne de köfte servisi…
Bizim cici garson da herhalde ilahi bir melekti, bir anda ortadan
kayboldu!
Bu sırada binadan güle oynaya birkaç tane genç kız çıkıyor. Bir yandan
cıvıl cıvıl konuşup şakalaşıyorlar bir yandan da ellerindeki küçük torbaları
toparlamaya çalışıyorlar. Birdenbire tiz bir “aayyy” sesi duyuyoruz.
Yakınımızdaki bir masadan orta yaşlı bir adam gülerek bir şeyler söylüyor.
Galiba kızlardan biri az kalsın bir kedinin üzerine basıyormuş. Herkes gülmeye
başlıyor.
Kızlar şen şakrak gülüşmelerle bahçeden dışarı çıkıyorlar. Bizim köfteler
hala yok!
En sonunda dayanamayıp çalışanlardan birine bizim kayıp köfteleri
soruyoruz. “Bir karışıklık var herhalde,
hemen getiriyoruz” diyor.
Uzaktan izliyoruz ki büyük barbeküye aceleyle yeni köfteler diziliyor.
Belli ki bizim siparişler unutulmuş!
Bu kadar bekledikten sonra ses etmeden kuzu kuzu yemeğimizin hazırlanıp
gelmesini beklerken tatil sohbetimize devam ediyoruz. Biraz sonra masamıza
dumanı tüten tabaklar konuyor. Yine güler yüzlü ve kibarca ama bu sefer genç
bir delikanlı uzun süredir beklediğimiz siparişlerle bizi kavuştururken
içtenlikle özür diliyor. Şakayla karışık “bizi
burada unuttunuz mu yoksa, öldük açlıktan” diyorum. Doğallık ve dürüstlükle
dolu bir cevap geliyor karşıdan; “Bugün
beklemediğimiz şekilde yoğun bir gün geçirdik. Her şey karıştı kusurumuza
bakmayın. Çalışanların da kayışı koptu artık bu saate hepsini evlerine
gönderdik”. Ama bir yandan da gülüyor… Belli ki o da bu günkü durumdan
nasibini almış. Biz de gülümsüyoruz ve önemli değil deyip teşekkür ediyoruz.
O zaman anlıyoruz ki az önce gülmekten kırıla kırıla uzaklaşan küçük
topluluk buranın çalışanlarıymış. Bizim cici garson kızımız da onların
arasındaydı herhalde.
Bize yemeğimizi getirip açıklama yapan da herhalde patronlardan biri… Patron
ama bir o kadar da çalışan gibi davranıyor. Kimseyi ayırt etmeden kendisi de
öyle çok işin içinde… Durumu çözmüş, anlayış ve olgunluk içinde… Ne onlara kızıyor ne de bizi ihmal ediyor. O
anda elinden geldiğince gerekeni yapmaya çalışıyor. Bana kalırsa başarılı da
oluyor. Çoğu patronda böyle bir doğallığı ve muvaffakiyeti göremezsiniz…
İnsanlık halleri... Bizim açımızdan da her şey öyle güzel ki bir
gecikmeyi büyütmeye gerek yok… Karşıdan gelen özür öyle içten ve doğal ki, onu
azarlamak ya da şikâyet edip homurdanmak bir kenara dursun nerdeyse teselli
etmek geliyor insanın içinden.
Genç patronun hafif sinir bozukluğuyla ama daha çok da pozitif bakış
açısıyla karışık gülmesi bize de bulaşıyor. İçinde kesinlikle yüzsüzlük ya da
alay yok. Kesinlikle. Bir an önce yola koyulabilmek için yemeğimizi çabuk çabuk
yerken durumu gözden geçiriyoruz. “Kayışı
koparmak ha” diyorum. Bir kahkaha da benden kopuveriyor…
Karşılıklı anlayışla ve insani duygular içinde geçen bir akşamdı. Servis
aksadı diye tüm güzel özellikleri silecek miyiz? Hayır, yine oradan geçerken
yine o köfteciye gideceğiz. Ve her aklıma geldiğinde kayışın koptuğu o akşamı
tebessüm içinde hatırlayacağım. Mekânın ismi aklımda kalmayacak belki ama o
akşam dimağımda güzel bir anı olarak yer alacak.
Pek çok aksilik, gecikme ya da olumsuz sandığımız durumu tatlı anılara
dönüştürmek mümkündür. Yeter ki içinizdeki insanı öldürmeyin. Ancak o zaman
insanlık halinden anlayabilir ve hayata güzel gözlerle bakabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder