29 Nisan 2012 Pazar

KAYIŞLARI KOPARMAK

Kısa bir tatil sonrası şehir dışından İstanbul’a dönüyorduk. Temiz havanın çarpmasıyla mayhoşlaşan başımızda hafif bir dönme peyda oluyordu. Üzerimizde hafif bir yol yorgunluğunu ve büyük şehir hayatına azıcık ara vermenin tatlı rehavetini taşıyorduk. Akşam saatlerinde Yalova yakınlarından geçerken, methini çokça duyduğumuz bir köftecinin önünde duraklamaya karar verdik. Bir akşam yemeği nasıl da ilginç, sıra dışı ve keyifli bir zaman dilimine dönüşebiliyordu…
Beşgen şeklinde, tek katlı bir bina… Yer yer piknik masalarının serpiştirildiği bir bahçe, binanın etrafını sarmalamış. Masalar ayrı ayrı birer yemek odasındaymış gibi farklı yerlerde olacak şekilde bir bahçe dizaynı yapılmış. Bazısı bir çardağın içinde, bazısı ağaçların altında bir köşede, birkaç tanesi çocuk oyun araçlarının kenarında. Birkaç masa da köftelerin cızır cızır pişirildiği büyük barbekünün etrafında. Sıradan tahta piknik masaları ama hepsinin bulunduğu köşenin ayrı bir havası, ayrı bir sevimliliği var. İnsan hangisine oturacağını şaşırıyor.
Çardağın ön tarafında, caddeye yakın olan köşelerden birini seçerek yerleşiyoruz. Üzerinde rengârenk önlüğü ve elinde sipariş defteriyle hanım hanımcık genç bir kız yanımızda bitiveriyor. “17–18 yaşlarında olmalı” diye aklımdan geçiriyorum. “Hoş geldiniz” diyor tatlı sesiyle. “Ne alırdınız?”
Yol yorgunu halimizle ne kadar acıktığımızı o anda fark ediyoruz. Listeden bakarak köftelerimizin yanına bir kaç atıştırmalık söylerken fiyatların uygun oluşuna şaşırıyoruz. Nerdeee İstanbul’da böyle fiyatlar…
Cici garson kız, en kibar ve en tatlı haliyle isteklerimizi not ederek yanımızdan ayrılıyor. Etrafta akşamın sessizliği hâkim olmaya başlamışken, diğer masaların da dolu olmasına şaşırıyoruz biraz. Hadi biz yolculukta olduğumuz için geç kaldık yemeğe ama herkes de öyle mi acaba? Mekânın öyle samimi bir havası var ki, saati şaşırmak ve oturdukça oturmak mümkün aslında burada…
Kısa tatilimizin değerlendirmesini yapmaya koyulmuşken genç kız tekrar yanımıza yaklaşarak kullanıp atılan pratik bir masa örtüsünü seriveriyor. Beyaz üzerinde mavi yunuslarla desenli bu masa örtüsüne hayran kalıyoruz. Büyük kolaylık! Hem de çok şirin. Oldum olası kumaş masa örtülerinin lekesi, ütüsü bilmem nesiyle uğraşmak bana hep saçma gelmiştir.
Biz örtüyü incelemeyi sürdürürken, genç kız tabaklarımızı, salatalarımızı ve gerekli ıvır zıvırı masaya yerleştirmeye başlıyor. Birkaç kere daha gelip giderek eksiklerimizi tamamlıyor, ellerinde bulunmayan içeceklerin yerine ne ikram edebileceklerini soruyor. Bu saatte ne kadar da hızlı ve verimli çalıştığını düşündürecek kadar ivedilikle hareket ediyor. Birkaç dakika içinde soframız hazır!
Ortamın hoşluğu kadar servisin de kendi çapında özenli, temiz ve hızlı oluşunun rahatlığı içinde atıştırmaya başlayarak ve sohbete dalarak köftelerimizin gelmesini bekliyoruz…
Takriben bir yarım saat kadar atıştırma ve laflama ile oyalandıktan sonra fark ediyoruz ki köfteler bir türlü gelmiyor.
Bekliyoruz… Bekliyoruz… Etrafa bakınıyoruz, işaret edecek birini arıyoruz. Ama köfteler yok!
Masadakilerle açlığımızı yatıştırmış olsak da artık akşam saatleri ilerlemiş ve yola koyulup evimize ulaşmamız gerek… Yoksa hiç sorun değil…
Ama ne gelen giden var ne de köfte servisi…
Bizim cici garson da herhalde ilahi bir melekti, bir anda ortadan kayboldu!
Bu sırada binadan güle oynaya birkaç tane genç kız çıkıyor. Bir yandan cıvıl cıvıl konuşup şakalaşıyorlar bir yandan da ellerindeki küçük torbaları toparlamaya çalışıyorlar. Birdenbire tiz bir “aayyy” sesi duyuyoruz. Yakınımızdaki bir masadan orta yaşlı bir adam gülerek bir şeyler söylüyor. Galiba kızlardan biri az kalsın bir kedinin üzerine basıyormuş. Herkes gülmeye başlıyor.
Kızlar şen şakrak gülüşmelerle bahçeden dışarı çıkıyorlar. Bizim köfteler hala yok!
En sonunda dayanamayıp çalışanlardan birine bizim kayıp köfteleri soruyoruz. “Bir karışıklık var herhalde, hemen getiriyoruz” diyor.
Uzaktan izliyoruz ki büyük barbeküye aceleyle yeni köfteler diziliyor. Belli ki bizim siparişler unutulmuş!
Bu kadar bekledikten sonra ses etmeden kuzu kuzu yemeğimizin hazırlanıp gelmesini beklerken tatil sohbetimize devam ediyoruz. Biraz sonra masamıza dumanı tüten tabaklar konuyor. Yine güler yüzlü ve kibarca ama bu sefer genç bir delikanlı uzun süredir beklediğimiz siparişlerle bizi kavuştururken içtenlikle özür diliyor. Şakayla karışık “bizi burada unuttunuz mu yoksa, öldük açlıktan” diyorum. Doğallık ve dürüstlükle dolu bir cevap geliyor karşıdan; “Bugün beklemediğimiz şekilde yoğun bir gün geçirdik. Her şey karıştı kusurumuza bakmayın. Çalışanların da kayışı koptu artık bu saate hepsini evlerine gönderdik”. Ama bir yandan da gülüyor… Belli ki o da bu günkü durumdan nasibini almış. Biz de gülümsüyoruz ve önemli değil deyip teşekkür ediyoruz.
O zaman anlıyoruz ki az önce gülmekten kırıla kırıla uzaklaşan küçük topluluk buranın çalışanlarıymış. Bizim cici garson kızımız da onların arasındaydı herhalde.
Bize yemeğimizi getirip açıklama yapan da herhalde patronlardan biri… Patron ama bir o kadar da çalışan gibi davranıyor. Kimseyi ayırt etmeden kendisi de öyle çok işin içinde… Durumu çözmüş, anlayış ve olgunluk içinde…  Ne onlara kızıyor ne de bizi ihmal ediyor. O anda elinden geldiğince gerekeni yapmaya çalışıyor. Bana kalırsa başarılı da oluyor. Çoğu patronda böyle bir doğallığı ve muvaffakiyeti göremezsiniz…
İnsanlık halleri... Bizim açımızdan da her şey öyle güzel ki bir gecikmeyi büyütmeye gerek yok… Karşıdan gelen özür öyle içten ve doğal ki, onu azarlamak ya da şikâyet edip homurdanmak bir kenara dursun nerdeyse teselli etmek geliyor insanın içinden.
Genç patronun hafif sinir bozukluğuyla ama daha çok da pozitif bakış açısıyla karışık gülmesi bize de bulaşıyor. İçinde kesinlikle yüzsüzlük ya da alay yok. Kesinlikle. Bir an önce yola koyulabilmek için yemeğimizi çabuk çabuk yerken durumu gözden geçiriyoruz. “Kayışı koparmak ha” diyorum. Bir kahkaha da benden kopuveriyor…
Karşılıklı anlayışla ve insani duygular içinde geçen bir akşamdı. Servis aksadı diye tüm güzel özellikleri silecek miyiz? Hayır, yine oradan geçerken yine o köfteciye gideceğiz. Ve her aklıma geldiğinde kayışın koptuğu o akşamı tebessüm içinde hatırlayacağım. Mekânın ismi aklımda kalmayacak belki ama o akşam dimağımda güzel bir anı olarak yer alacak.
Pek çok aksilik, gecikme ya da olumsuz sandığımız durumu tatlı anılara dönüştürmek mümkündür. Yeter ki içinizdeki insanı öldürmeyin. Ancak o zaman insanlık halinden anlayabilir ve hayata güzel gözlerle bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder