Bazen herkesten ve her şeyden kaçmayı isteriz. Olabildiğince
uzağa… Sanki adım adım, kilometre kilometre uzaklaştıkça, geride bırakmaya
ihtiyaç duyduklarımız gerçekten geride kalacakmış gibi bir hisse kapılırız.
Kısa bir süreliğine bile olsa yalın ve huzurlu olunabileceği yanılgısıyla
çalkalanırız. Nerede olursak olalım, duyguda ve düşüncede neyle meşgul isek,
onun izin verdiği kadar özgür ya da o kadar bağımlıyızdır. Ve duygu ile
düşünceden kaçmanın imkânı olmadığını hatırlamak hiç işimize gelmez…
Dün gece yollara düştüm yine… Uzağa, huzura, feraha doğru
gittiğimi sanıyordum. Öyle olabilmesi için kendimi zorluyordum. Bir kere
öğrendik ya, anın tadına varmayı becerelim, vakti boşa geçirmeyelim diye… Ne
zaman bunun üzerinde egzersiz yapmaya kalksam, kendimi yüreğime ağırlık veren
fikirlerin daha çok ortasında buluyorum. Ağzımdan şükür ve minnet ifadeli
kelimeler bile dökülse, içim aşamadığım duygularla eziliyor. Kuşların
cıvıltısına kapılmayı, tertemiz havayı koklamayı, her anı yakalamanın bir
yolunu bulmayı başardığım anlarda bile, aslında kaçmakta olduğum ne varsa
onunla çalkalanıyorum.
Kaçmaktan ve kaçtıkça teslim olmaktan kurtulmanın bir yolu var mı?
Yanıma alacaklarımı özenle seçmiştim hâlbuki. Küçük bir bavul...
Akıl yormayacak ve üzerinde çalışmayı gerektirmeyecek kitaplar, rahatlık
verecek kıyafetler, anı yakalamaya yardım etmesi için fotoğraf makinesi… Hem
hareketli hem de huzurlu bir ortama giriş yaptım gecenin bir vakti… İsteyen
için coşkulu, isteyen için sakin olabilecek bir yer. İstediğin zaman kalabalık,
istediğin zaman tenhaya dönüştürebileceğin kadar esnek ve seçenekli bir yer…
Beynimi ve kalbimi geldiğim yerde bırakabilseydim eğer, belki
burada olduğum yerde anı yakalamak mümkün olabilirdi. Tatil yapmak, dinlenmek,
ara vermek, gerçek anlamda eğlenmek. Oysa geçmiş ile geleceğin kırıntıları
peşim sıra bırakılmış işaretler gibiydi. Hansel ile Gratel’in masalında
arkalarında bıraktıkları ekmek kırıntıları gibi… Arkamı döndüğümde bir de
gördüm ki, aslında her şey benimle birlikte gelmiş ve içime sızarak kendilerini
hapsetmişlerdi yine içimde gizli bir yerlere…
Çıkar çıkarabilirsen, at atabilirsen…
Geçen hafta, sevgili dostum Kamil, gidecek olmanın ona çok iyi
geldiğini tweetlemişti. Arkasından bir de “ülkeme iyi bakın” demişti.
Çok değerli biridir kendisi… Daha önceden iş için yurt dışına gidip birkaç yıl
kalmışlığı da olduğu için “eyvah!” dedim, yine gidiyor... Oysa
yakın zamanda buluşup görüşmeyi nasıl da istiyordum. Biraz korkarak
sordum “nereye/ ne zaman/ne kadar süre için” diye? Üç tane net
sorum vardı. Ve cevabı çok önemliydi. Hemen gelecekmiş meğerse… Belki birkaç
günlüğüne gitmişti. Ama korkumu sezmiş olacak ki, “uzun süreliğine
gidecekmiş gibi bir izlenim mi yaratmışım” diye sordu.
Evet, aynen öyle… Öyle bir izlenim yaratmayı ve bunu en çok da kendimize
kanıtlamayı ister gibiyiz. Belki de gitmek hepimiz için gerekli… Geride
bırakmak ya da bırakabildiğimizi sanmak istiyoruz. Buna şiddetle ihtiyaç
duyuyoruz. Farkında bile değiliz…
Şapkalar saçları bir süreliğine örtebilir, gözlükler gözlerin
içindeki manayı bir süre için örtebilir. Kıyafetler vücudu bir noktaya kadar
gizleyebilir. Örtüler masaları, çatılar ve duvarlar evlerin içini, boyalar
silinene kadar boyadığı yeri… Ve gitmek, kaçtığımız şey her ne ise onu… Bir
yere kadar örtebilir.
Eninde sonunda çırılçıplak kalırız…
Eninde sonunda olduğumuz gibi görünmeyi, konuşmaktan
çekindiklerimizi sözlere dökebilmeyi ve bastırdığımız şeyleri gün yüzüne
çıkarmayı isteriz. Kaçtıklarımıza teslim olmayı da… En çok da bunu… Çünkü bunu
yapmadan, gerçek anlamda özgürlüğü yaşamak hayal…
Bu yüzdendir ki; kalabalık içinde esas yalnızlık, bolluk içinde
esas yoksunluk, hareket içinde esas durgunluk vardır. Dışarıdan hiç öyle
görünmese de…
Esas tatil, iç dünyanın temizlendiği, arındığı ve rahatladığı
yerde başlar. Bir yere gitmeniz bile gerekmez o zaman.
Temizleyebiliyor musunuz? Dürüstçe ve yüreklice düşünün. Yoksa
sizi her yerde kovalayacak karmaşıklıklarınız olacaktır.
Hümanist, duyarlı ve özgün yazarınız dünyanın en güzel yerinden
bildiriyor size… Kendi gibi olabildiği bir noktadan… Gerçeğimi ne sizden
gizliyorum, ne kendimden. O maskelerine sıkı sıkıya yapışmış, yardıma muhtaç
ama bunu asla kabul etmeyen kişilere de böyle olmayı öneriyorum. Sözlerim
naçizane, eleştiri odaklı değil, yüreğimden geçen sevgiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder