7 Nisan 2012 Cumartesi

GERİDE KALAN KIRINTILAR


Bazen herkesten ve her şeyden kaçmayı isteriz. Olabildiğince uzağa… Sanki adım adım, kilometre kilometre uzaklaştıkça, geride bırakmaya ihtiyaç duyduklarımız gerçekten geride kalacakmış gibi bir hisse kapılırız. Kısa bir süreliğine bile olsa yalın ve huzurlu olunabileceği yanılgısıyla çalkalanırız. Nerede olursak olalım, duyguda ve düşüncede neyle meşgul isek, onun izin verdiği kadar özgür ya da o kadar bağımlıyızdır. Ve duygu ile düşünceden kaçmanın imkânı olmadığını hatırlamak hiç işimize gelmez…
Dün gece yollara düştüm yine… Uzağa, huzura, feraha doğru gittiğimi sanıyordum. Öyle olabilmesi için kendimi zorluyordum. Bir kere öğrendik ya, anın tadına varmayı becerelim, vakti boşa geçirmeyelim diye… Ne zaman bunun üzerinde egzersiz yapmaya kalksam, kendimi yüreğime ağırlık veren fikirlerin daha çok ortasında buluyorum. Ağzımdan şükür ve minnet ifadeli kelimeler bile dökülse, içim aşamadığım duygularla eziliyor. Kuşların cıvıltısına kapılmayı, tertemiz havayı koklamayı, her anı yakalamanın bir yolunu bulmayı başardığım anlarda bile, aslında kaçmakta olduğum ne varsa onunla çalkalanıyorum.
Kaçmaktan ve kaçtıkça teslim olmaktan kurtulmanın bir yolu var mı?
Yanıma alacaklarımı özenle seçmiştim hâlbuki. Küçük bir bavul... Akıl yormayacak ve üzerinde çalışmayı gerektirmeyecek kitaplar, rahatlık verecek kıyafetler, anı yakalamaya yardım etmesi için fotoğraf makinesi… Hem hareketli hem de huzurlu bir ortama giriş yaptım gecenin bir vakti… İsteyen için coşkulu, isteyen için sakin olabilecek bir yer. İstediğin zaman kalabalık, istediğin zaman tenhaya dönüştürebileceğin kadar esnek ve seçenekli bir yer…
Beynimi ve kalbimi geldiğim yerde bırakabilseydim eğer, belki burada olduğum yerde anı yakalamak mümkün olabilirdi. Tatil yapmak, dinlenmek, ara vermek, gerçek anlamda eğlenmek. Oysa geçmiş ile geleceğin kırıntıları peşim sıra bırakılmış işaretler gibiydi. Hansel ile Gratel’in masalında arkalarında bıraktıkları ekmek kırıntıları gibi… Arkamı döndüğümde bir de gördüm ki, aslında her şey benimle birlikte gelmiş ve içime sızarak kendilerini hapsetmişlerdi yine içimde gizli bir yerlere…
Çıkar çıkarabilirsen, at atabilirsen…
Geçen hafta, sevgili dostum Kamil, gidecek olmanın ona çok iyi geldiğini tweetlemişti. Arkasından bir de “ülkeme iyi bakın” demişti. Çok değerli biridir kendisi… Daha önceden iş için yurt dışına gidip birkaç yıl kalmışlığı da olduğu için “eyvah!” dedim, yine gidiyor... Oysa yakın zamanda buluşup görüşmeyi nasıl da istiyordum. Biraz korkarak sordum “nereye/ ne zaman/ne kadar süre için” diye? Üç tane net sorum vardı. Ve cevabı çok önemliydi. Hemen gelecekmiş meğerse… Belki birkaç günlüğüne gitmişti. Ama korkumu sezmiş olacak ki, “uzun süreliğine gidecekmiş gibi bir izlenim mi yaratmışım” diye sordu. Evet, aynen öyle… Öyle bir izlenim yaratmayı ve bunu en çok da kendimize kanıtlamayı ister gibiyiz. Belki de gitmek hepimiz için gerekli… Geride bırakmak ya da bırakabildiğimizi sanmak istiyoruz. Buna şiddetle ihtiyaç duyuyoruz. Farkında bile değiliz…
Şapkalar saçları bir süreliğine örtebilir, gözlükler gözlerin içindeki manayı bir süre için örtebilir. Kıyafetler vücudu bir noktaya kadar gizleyebilir. Örtüler masaları, çatılar ve duvarlar evlerin içini, boyalar silinene kadar boyadığı yeri… Ve gitmek, kaçtığımız şey her ne ise onu… Bir yere kadar örtebilir.
Eninde sonunda çırılçıplak kalırız…
Eninde sonunda olduğumuz gibi görünmeyi, konuşmaktan çekindiklerimizi sözlere dökebilmeyi ve bastırdığımız şeyleri gün yüzüne çıkarmayı isteriz. Kaçtıklarımıza teslim olmayı da… En çok da bunu… Çünkü bunu yapmadan, gerçek anlamda özgürlüğü yaşamak hayal…
Bu yüzdendir ki; kalabalık içinde esas yalnızlık, bolluk içinde esas yoksunluk, hareket içinde esas durgunluk vardır. Dışarıdan hiç öyle görünmese de…
Esas tatil, iç dünyanın temizlendiği, arındığı ve rahatladığı yerde başlar. Bir yere gitmeniz bile gerekmez o zaman.
Temizleyebiliyor musunuz? Dürüstçe ve yüreklice düşünün. Yoksa sizi her yerde kovalayacak karmaşıklıklarınız olacaktır.
Hümanist, duyarlı ve özgün yazarınız dünyanın en güzel yerinden bildiriyor size… Kendi gibi olabildiği bir noktadan… Gerçeğimi ne sizden gizliyorum, ne kendimden. O maskelerine sıkı sıkıya yapışmış, yardıma muhtaç ama bunu asla kabul etmeyen kişilere de böyle olmayı öneriyorum. Sözlerim naçizane, eleştiri odaklı değil, yüreğimden geçen sevgiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder