Öncelikle bendeki kedi sevgisinin nasıl oluştuğunu anlatayım. Eskiden
mahallede kedileri beslemekle meşgul olan orta yaşlardaki teyzeleri hiç
anlamazdım. Onlar sadece beslemekle kalmaz, kedilerle aşırı olarak
nitelendirebileceğim duygusal bir bağ kurar, onlarla bütünleşir ve neredeyse
etraflarındaki başka varlıklardan nefret ediyormuş hissi uyandırırlardı. Onlar
için sadece ve sadece kediler vardı.
Yaşım ilerledikçe ve olgunluğum arttıkça, bu kedici teyzelerin psikolojik
durumlarını da çözümlemeye ve hatta anlamaya başladım. Çoğunlukla yalnızlık
çeken insanlardı bunlar. Belki de kimsesizlik içindeydiler. İnsanlarla düzgün
ve doyurucu ilişkiler kurmakta başarılı olamıyorlardı. Belki ömürleri boyunca
sosyal yönden hayal kırıklığı içinde yaşamışlardı. Çoluk çocukları ya yoktu ya
da onları pek fazla arayıp sormuyorlardı. Aslında arayıp sormak bir sevgi
işareti değil. Birlikte bir şeyler paylaşamıyorlardı.
Oysa bahçelerimizde, sokaklarımızda bolca bulunan kediler, onlarla
ilgilendiğiniz sürece size karşılığını veriyorlardı. Hatta siz ilgiyi kesecek
olsanız bile, peşinizden koşuşturabiliyorlardı. İşte bu teyzeleri anlamaya
başladığım nokta bu…
Apartman yöneticileriyle veya başka görevlilerle, kedileri besledikleri
için tartışmaları gerekebiliyordu. Neymiş, etraf kirleniyormuş! Etrafı kirleten
şeyin hayvanlara sunulan yiyecek artıkları olmadığını anlayamayacak kadar kıt
düşünceli, dar bakışlı ve duyarsızlardı ne yazık ki… Kedici teyzeler, bir de bu
görevini yapmanın böbürlenişi içinde kendini bir şey sanarak ortalıklarda
gezinen kişilerle mücadele etmek zorunda kalıyorlardı. Onların bundan hiç
gocunmadan seve seve yaptıklarına da eminim.
Taş devri diyetine geçiş yaptıktan sonra, bizim evde de sık sık
proteinsel yiyeceklerin artıkları birikmeye başladı. Eskiden çöpe giderdi
bunlar. Kedilere verebileceğimizi düşünerek küçük köpük kaplara hazırlayıp her
akşam bahçedeki kedilere götürmeye başladık. Bilenleriniz vardır mutlaka,
kediler protein dışında pek bir besin türüne rağbet göstermezler. Biz de hem ziyan
olmasını önlemeye hem de biraz kedi sevmeye başladık. Zaten çöpe atılan yiyecek
artıklarına kediler çöp kutularını eşeleyerek ulaşmaya çalıştıklarında,
sokaklar daha fazla kirleniyor. Çöp poşetleri dağılıp artıklar etrafa
saçılacağına, küçük kaplarda ihtiyaç duyabilecekleri kadarını kedilere sunmanın
ve sonra boşalan kapları çöpe atarak çok yönlü bir çevre bilincini üstlenmenin
neresi kötü?
İşte bu alışkanlığı edinmeye başladığımız sıralarda, mahallemizin özel
bir kedisiyle de tanışma şerefine eriştik. Bu öyle özel bir kedi ki, karnını
doyurmadan önce sevilmek, okşanmak istiyor. Yemek kabının etrafına toplaşan
diğer kedilerin aksine, önce gelip ayaklarınıza dolanmaya başlıyor. Sevildikçe
sevilmek istiyor. Müthiş duygusal bir kedi… 10–15 dakika sevildikten ve oyun
oynadıktan sonra yemek kabına yöneliyor. Çoğu zaman sevgi ve ilgiyi yemek
yemeye tercih ediyor. Arabayı park ederken birdenbire yanımızda belirip
miyavlamaya başlıyor. Sanki karşılıyor bizi… Evin kapısına kadar gelip eve
girmek istiyor. Belli ki bir zamanlar bir ev kedisiymiş. Zaten yaşı da baya
var. Bu da işin başka bir boyutu… Ev kedileri sokağa bırakılmamalı…
Adını “Fındık” koyduğumuz bu kedinin rengi simsiyah… Onu öyle çok
seviyoruz ki, ortalarda görünmeyecek olsa meraka ve telaşa kapılıyoruz. Fındık
sayesinde kara kedinin uğursuz olduğu batıl inancını da çürütmüş olduk.
Dünyanın en sevgi dolu kedisi nasıl uğursuz olabilir ki? Onu görünce, onu
sevince moralimiz yerine geliyor. Ondan bize geçen sevgi dolu bir enerji… O
bambaşka bir kedi…
Bir zamanlar, özellikle de kedici teyzeleri uzaktan, anlayıp dinlemeden
eleştirdiğim zamanlarda bu günkü hallerime bürüneceğim hiç aklıma gelir miydi?
Çoğu zaman bir insanda bulamadığım sevgi ve huzuru Fındık’ın yanındayken
bulabiliyorum. Bazen günlerce görmediğim oluyor. Bazen elim kolum dolu olduğu
için, sadece tatlı tatlı konuşarak sesimle sevebiliyorum onu. Yürüyerek evden
gidiyorsam sokağın sonuna kadar takip ediyor beni. Bacaklarımın arasına
dolanıyor. Kedici teyzeleri çok iyi anlıyorum artık. Bu deneyimleri
yaşamasaydım da en azından anlamayı denemem lazımdı. Hepimizin bunu yapması
lazım.
Fındık ile ilgili daha çok anlatılacak şey var. Ama şimdilik
söyleyebileceğim, önyargının ne kadar yıkıcı bir şey olduğu… Rengine, şekline, şemailine
göre değerlendirme yapmanın faydasız bir huy olduğu. İnsanları bilip anlamadan
yargılamak ise en kötüsü…
Ve herkes mahallesinin hayvanlarına sahip çıkabilir. Elinden geldiğince…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder