4 Nisan 2012 Çarşamba

YARIM ŞİŞE SÜT


Mekânlar, bazı insanları birbirinin hayatına kazandırma yönünde birer araç olabilirler. “Nerden düştük buraya?” diye isyan ettiğiniz bir yerde bile ömrünüz boyunca unutamayacağınız biriyle tanışabilirsiniz. Bir dost gibi, bir kardeş gibi yakın ilişkiler yaşadığınız kişi, bir gün yanınızdan ayrılmak durumunda kaldığında, sizi bir araya getiren yerde bulunduğunuza, tanıştığınıza şükredersiniz… İyi ki buradaydık ve iyi ki karşılaştık dersiniz…
Bir ayrılık rüzgârının esmekte olduğu günlerdeydik. Şehrimizin elit sayılabilecek bir semtinde, bir ocak başındayız. Güle oynaya sohbete dalmış küçük gruba akşamın ilerleyen saatlerinde dâhil oluyorum. Ve onlara katılırken, o neşeli görüntülerin altında derin bir hüznün saklanmakta olduğunu öyle iyi biliyorum ki…
Bu grubun tüm üyeleri, memnuniyetlerinin pek yüksek olmadığı bir iş ortamında tanıştılar. Birkaç yıl kadar önce… Olaylar oldu geçti. Stresli günler, zorluklar ve mücadeleler… Bu sırada birbirlerini kolladıklarını fark ettiler. Sırt sırta olduklarını gördüler. İş-güç berbat bir düzen içinde yürüyordu. Belki düzen bile denemezdi… Ama bu insanlar, birlikte zaman geçirmekten keyif alıyorlardı. Sevgi ve arkadaşlık, iş stresinden üstün geliyordu…
Lakin son zamanlarda insanın ta şurasına kadar gelen durumlar yaşanmıştı. Bu kenetlenmiş grup üyeleri dağılmaya başlamıştı. Kendine yeni bir yol çizenler olmuştu. İşte o gün de yine gidenler vardı. Onları uğurlamak bile bir araya gelmek için bir bahaneydi. Ocak başı ve kadehler sıcaktı bu akşam. Ama arkadaşlık daha da sıcaktı…
Ben gelene kadar hafif hafif demlenmeye başlamışlardı. Hepsini tek tek içtenlikle selamladım, tek tek sarıldım. Bana kısa bir merhabadan sonra koyu sohbetlerine geri döndüler. Bir ara o gün son günü olan arkadaş ile onun masa arkadaşı arasında bir konuşma geçti. “En çok da sabahları benimle sütünü paylaşacak birisi olmayacağı için üzülüyorum” dedi gidecek olan. Şakayla karışık söylemişti bunu. Zaten gecenin bu saatinde her şey, her konu şakaya vurulabilecek gibiydi. İpler kopmuştu, sinirler gevşemişti, olanlar olmuştu. Herkes bir kabullenmişlik içindeydi.
 “Ya ben de sütü kime vereceğim ki, hepsini içemem tek başıma” diye yanıtladı diğeri. İki arkadaş karşılıklı gülüşmeye başladılar. Bu muhabbete pek anlam veremedim. Aralarında bir esprisi olmalıydı. Ne de olsa iki yakın arkadaştı onlar. Belki de bir şeyi şifreleyerek muzipçe kendi dillerinde anlatıyorlardı.
Ben yemeğimi bitirmeden gruptan bir kaç kişi ayaklandı. Zar zor ayakta duruyorlardı. “Biz yine de görüşelim, haberleşelim” gibi laflar ederek birbirlerini kucakladılar.
İş, hayat, memleket, biraz politika derken diller iyice dolaşmaya başladı. Birinin cep telefonu çaldı. Konuşmasına göre, oğlu uyumadan önce babasını görmek istiyordu. Saatine bakarak on dakikaya geleceğini söyledi ve telefonu kapattı. Üzerinden kaç on dakika geçti bir bilseniz. Zaman su gibi akıyordu işte. Arkadaşlar geceyi bitirmeye yanaşmıyorlardı…
Garsonlar ağırdan ağırdan etrafı toparlamaya girişmişlerdi. Diğer masalar iyice tenhalaşmıştı.
Hesap istendi… Hesap eşit şekilde bölüşüldü. Tıpkı o inişli çıkışlı iş günlerinde paylaşılan anılar gibi. İyisiyle kötüsüyle her şey bölüşülmüştü…
Açık havaya çıkınca, baharın yakında olduğunu hissettiren yumuşak bir hava bizi karşıladı. Aralarında tek ayık kişi ben olduğum için bunu fark edebilmiştim. Onların havayı suyu düşünmediklerine adım gibi eminim. Herkes arabasına gitmeden önce son kucaklaşmalar yapıldı. Sözler verildi ve iyi dilekler paylaşıldı;
“Ne yapalım böylesi kısmetmiş”
“Her şeyin hayırlısı, senin için daha iyi olacak”
“İki hafta sonra bizim evde toplanacağız, bak mutlaka ayarlayın”
“Ya ben sizin binaya yakın oturuyorum zaten görüşürüz”
Ama aslında herkes biliyordu ki, yarından itibaren herkes kendi ekmek derdine ve yaşam mücadelesine dalacaktı. Aynı ofisin havasını birlikte solumak mümkün olmayacaktı. Telefonla arada görüşmek, iki ayda bir buluşmak, aynı yolun yolcusu olmanın yerini tutar mıydı? Yine de bu gerçeği hiç umursamıyormuş gibi araya girerek “ne güzel dostlar kazandınız işte” diyebildim sadece… Benimkisi de züğürt tesellisi…
Gecenin geç saatinde nihayet evin yolunu bulmuştuk. Apartmana girerken elimizde spor çantaları, iş çantaları ve torbalar kalabalık ediyordu. Onu sen taşı, bunu ben alayım derken eşim her sabah beslenme çantası gibi taşıdığı torbayı kendisi almak istedi. Başka türlü bir istekti bu… Şefkatle tutuyordu sanki poşeti. İçinde çok değerli bir şey varmış gibi almıştı onu. Yoksa bana mı öyle geliyordu?
Altıncı his… Tabi ki bana öyle gelmiyordu. Yanılmadığımı az sonra anladım. Asansörü bekliyorduk. Eşim poşetin içinden süt şişesini çıkartarak bana gösterince şaşırdım. Şişenin yarısı doluydu. Oysa her sabah dolu götürüp, her akşam boş getirirdi. Bu sefer yarısı doluydu. Anlamaz gözlerle bakakaldım.
“Nasıl oluyor, hepsini içmemişsin bugün” dedim. Eşim dudaklarını buruk bir şekilde bükerek, “ben yarısını içiyordum, kalanını o içiyordu” dedi.
Masa arkadaşının dün iş yerinde son günüydü. Yani bugün gelmemişti. O yüzden de kendi payına düşeni içememişti. Ama benim bilmediğim detay bu değildi…
“Ben hepsini sen içiyorsun sanıyordum” diye kekeleyerek birkaç kelime çıktı ağzımdan zorlukla… Yarısı dolu şişeye öylece bakakaldım. İçim burkuldu… Hem de nasıl burkulmak… O kalan süt, eşimin arkadaşının açtığı boşluğu temsil ediyordu artık… Artık o yoktu…
Ocak başında ettikleri muhabbetin üzerinde durmamıştım. Nerden bilebilirdim böyle acı bir mesajla yeniden karşıma çıkacağını…
Artık gelmeyecekti… Belki yerine başka birisi gelecekti… Ama o gelmeyecekti.
Bir an içimde bir boşluk hissettim ben de… Yakın bir arkadaşın senden uzağa gitmesi ne demektir biliyordum. Onun o şişeyi torbadan çıkarıp bana gösterişini hiç unutmayacağım. Unutamayacağım…
O gece kolay kolay uyuyamadım. İnsanlar, her gün istemedikleri ne çok şeyle karşılaşıyorlar. İki dostun ayrı düşmek zorunda kalması hepsinden de yaralayıcı… Boğazım düğüm düğüm ağladım… Eşimin yerine, arkadaşının yerine… Birbirini bir kardeş gibi koruyup kollayan, sevip sarmalayan, yediğini içtiğini paylaşan tüm dostların yerine…
Bu arkadaşlık farklı yerlerde farklı şekillerde devam edecek… Bunu bilmek bir teselli midir? Belki… Ama eskisi gibi olmayacak işte…
Yine de içinde bir dost kazanabildiğimiz her mekân, her zaman için teşekkür etmek gerek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder