Mekânlar, bazı insanları birbirinin hayatına kazandırma yönünde birer
araç olabilirler. “Nerden düştük buraya?”
diye isyan ettiğiniz bir yerde bile ömrünüz boyunca unutamayacağınız biriyle
tanışabilirsiniz. Bir dost gibi, bir kardeş gibi yakın ilişkiler yaşadığınız
kişi, bir gün yanınızdan ayrılmak durumunda kaldığında, sizi bir araya getiren
yerde bulunduğunuza, tanıştığınıza şükredersiniz… İyi ki buradaydık ve iyi ki
karşılaştık dersiniz…
Bir ayrılık rüzgârının esmekte olduğu günlerdeydik. Şehrimizin elit
sayılabilecek bir semtinde, bir ocak başındayız. Güle oynaya sohbete dalmış
küçük gruba akşamın ilerleyen saatlerinde dâhil oluyorum. Ve onlara katılırken,
o neşeli görüntülerin altında derin bir hüznün saklanmakta olduğunu öyle iyi
biliyorum ki…
Bu grubun tüm üyeleri, memnuniyetlerinin pek yüksek olmadığı bir iş
ortamında tanıştılar. Birkaç yıl kadar önce… Olaylar oldu geçti. Stresli
günler, zorluklar ve mücadeleler… Bu sırada birbirlerini kolladıklarını fark
ettiler. Sırt sırta olduklarını gördüler. İş-güç berbat bir düzen içinde
yürüyordu. Belki düzen bile denemezdi… Ama bu insanlar, birlikte zaman
geçirmekten keyif alıyorlardı. Sevgi ve arkadaşlık, iş stresinden üstün
geliyordu…
Lakin son zamanlarda insanın ta şurasına kadar gelen durumlar yaşanmıştı.
Bu kenetlenmiş grup üyeleri dağılmaya başlamıştı. Kendine yeni bir yol çizenler
olmuştu. İşte o gün de yine gidenler vardı. Onları uğurlamak bile bir araya
gelmek için bir bahaneydi. Ocak başı ve kadehler sıcaktı bu akşam. Ama
arkadaşlık daha da sıcaktı…
Ben gelene kadar hafif hafif demlenmeye başlamışlardı. Hepsini tek tek
içtenlikle selamladım, tek tek sarıldım. Bana kısa bir merhabadan sonra koyu
sohbetlerine geri döndüler. Bir ara o gün son günü olan arkadaş ile onun masa
arkadaşı arasında bir konuşma geçti. “En
çok da sabahları benimle sütünü paylaşacak birisi olmayacağı için üzülüyorum” dedi
gidecek olan. Şakayla karışık söylemişti bunu. Zaten gecenin bu saatinde her
şey, her konu şakaya vurulabilecek gibiydi. İpler kopmuştu, sinirler gevşemişti,
olanlar olmuştu. Herkes bir kabullenmişlik içindeydi.
“Ya ben de sütü kime vereceğim ki, hepsini
içemem tek başıma” diye yanıtladı diğeri. İki arkadaş karşılıklı gülüşmeye
başladılar. Bu muhabbete pek anlam veremedim. Aralarında bir esprisi olmalıydı.
Ne de olsa iki yakın arkadaştı onlar. Belki de bir şeyi şifreleyerek muzipçe
kendi dillerinde anlatıyorlardı.
Ben yemeğimi bitirmeden gruptan bir kaç kişi ayaklandı. Zar zor ayakta
duruyorlardı. “Biz yine de görüşelim, haberleşelim” gibi laflar ederek birbirlerini
kucakladılar.
İş, hayat, memleket, biraz politika derken diller iyice dolaşmaya
başladı. Birinin cep telefonu çaldı. Konuşmasına göre, oğlu uyumadan önce
babasını görmek istiyordu. Saatine bakarak on dakikaya geleceğini söyledi ve
telefonu kapattı. Üzerinden kaç on dakika geçti bir bilseniz. Zaman su gibi
akıyordu işte. Arkadaşlar geceyi bitirmeye yanaşmıyorlardı…
Garsonlar ağırdan ağırdan etrafı toparlamaya girişmişlerdi. Diğer masalar
iyice tenhalaşmıştı.
Hesap istendi… Hesap eşit şekilde bölüşüldü. Tıpkı o inişli çıkışlı iş
günlerinde paylaşılan anılar gibi. İyisiyle kötüsüyle her şey bölüşülmüştü…
Açık havaya çıkınca, baharın yakında olduğunu hissettiren yumuşak bir
hava bizi karşıladı. Aralarında tek ayık kişi ben olduğum için bunu fark
edebilmiştim. Onların havayı suyu düşünmediklerine adım gibi eminim. Herkes
arabasına gitmeden önce son kucaklaşmalar yapıldı. Sözler verildi ve iyi
dilekler paylaşıldı;
“Ne yapalım böylesi kısmetmiş”
“Her şeyin hayırlısı, senin için
daha iyi olacak”
“İki hafta sonra bizim evde
toplanacağız, bak mutlaka ayarlayın”
“Ya ben sizin binaya yakın
oturuyorum zaten görüşürüz”
Ama aslında herkes biliyordu ki, yarından itibaren herkes kendi ekmek
derdine ve yaşam mücadelesine dalacaktı. Aynı ofisin havasını birlikte solumak
mümkün olmayacaktı. Telefonla arada görüşmek, iki ayda bir buluşmak, aynı yolun
yolcusu olmanın yerini tutar mıydı? Yine de bu gerçeği hiç umursamıyormuş gibi
araya girerek “ne güzel dostlar
kazandınız işte” diyebildim sadece… Benimkisi de züğürt tesellisi…
Gecenin geç saatinde nihayet evin yolunu bulmuştuk. Apartmana girerken
elimizde spor çantaları, iş çantaları ve torbalar kalabalık ediyordu. Onu sen
taşı, bunu ben alayım derken eşim her sabah beslenme çantası gibi taşıdığı
torbayı kendisi almak istedi. Başka türlü bir istekti bu… Şefkatle tutuyordu
sanki poşeti. İçinde çok değerli bir şey varmış gibi almıştı onu. Yoksa bana mı
öyle geliyordu?
Altıncı his… Tabi ki bana öyle gelmiyordu. Yanılmadığımı az sonra anladım.
Asansörü bekliyorduk. Eşim poşetin içinden süt şişesini çıkartarak bana
gösterince şaşırdım. Şişenin yarısı doluydu. Oysa her sabah dolu götürüp, her
akşam boş getirirdi. Bu sefer yarısı doluydu. Anlamaz gözlerle bakakaldım.
“Nasıl oluyor, hepsini içmemişsin
bugün” dedim. Eşim dudaklarını buruk bir şekilde bükerek, “ben yarısını içiyordum, kalanını o
içiyordu” dedi.
Masa arkadaşının dün iş yerinde son günüydü. Yani bugün gelmemişti. O
yüzden de kendi payına düşeni içememişti. Ama benim bilmediğim detay bu
değildi…
“Ben hepsini sen içiyorsun
sanıyordum” diye kekeleyerek birkaç kelime çıktı ağzımdan zorlukla… Yarısı
dolu şişeye öylece bakakaldım. İçim burkuldu… Hem de nasıl burkulmak… O kalan
süt, eşimin arkadaşının açtığı boşluğu temsil ediyordu artık… Artık o yoktu…
Ocak başında ettikleri muhabbetin üzerinde durmamıştım. Nerden
bilebilirdim böyle acı bir mesajla yeniden karşıma çıkacağını…
Artık gelmeyecekti… Belki yerine başka birisi gelecekti… Ama o
gelmeyecekti.
Bir an içimde bir boşluk hissettim ben de… Yakın bir arkadaşın senden
uzağa gitmesi ne demektir biliyordum. Onun o şişeyi torbadan çıkarıp bana
gösterişini hiç unutmayacağım. Unutamayacağım…
O gece kolay kolay uyuyamadım. İnsanlar, her gün istemedikleri ne çok
şeyle karşılaşıyorlar. İki dostun ayrı düşmek zorunda kalması hepsinden de
yaralayıcı… Boğazım düğüm düğüm ağladım… Eşimin yerine, arkadaşının yerine… Birbirini
bir kardeş gibi koruyup kollayan, sevip sarmalayan, yediğini içtiğini paylaşan
tüm dostların yerine…
Bu arkadaşlık farklı yerlerde farklı şekillerde devam edecek… Bunu bilmek
bir teselli midir? Belki… Ama eskisi gibi olmayacak işte…
Yine de içinde bir dost kazanabildiğimiz her mekân, her zaman için
teşekkür etmek gerek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder