14 Mayıs 2014 Çarşamba

TİTREYEN ÇİZGİ


Aradan yıllar geçip ilk çırpınışlar sona erdiğinde, kıymetinin artacağından emin olduğum paylaşımlar var hayatımızda. Size inanan birinin güç verici katkılarıyla zorluklar kolaylaşır birden bire. Anlaşılmanın insana verdiği şevk, huzur ve aynı zamanda heyecan paha biçilemezdir. İşte bu yüzden, gelecekte olacakların şimdiden “olmuş” gibi hissettirilmesi, insana en büyük “erken takdir” olur. Ve bu yüzden en kıymetli hediye, etiketsizken sevilmektir.

Büyük mevkilere ulaşmadan, kendi küçük dünyasının büyük adamı olabilmiş insanları severim ben. Onların egodan arınmış benliklerine yakın hissederim kendimi. “Bilmem kim” olmamıştır ama birinin gözbebeği olmuş, sevdiklerini gözbebeği yapmıştır. Dünyada en ünlü insanlar, işte bu, dünya ününe kavuşmaktan uzak durmuş olanlardır.
Sevdiğim işin peşinden giderken, sistemin dayattığı realitelerle şoklanıp yıkanan beynim, buna alışmaya çalışırken bir yandan da üretmekten çok yoruldu.
İsim etiketi ve kariyer markalaşmasının gerekliliği; bir nevi kendini satış ve pazarlama çalışmaları devam ede dursun, bir kalıba sokamadığım gidiş - gelişlerim, dumanlı hallerim, ansızın beliriveren iniş çıkışlarım yeterince vaktimi ve enerjimi emiyor…
Güzel yanı ise, ortaya faydalı fikirler, eşsiz üretimler, sınırsız yaratımlar çıkıyor…
Kendim olmak, her şeye değer.
Dumanlı hâl, bende güzel duruyor, en azından salgıladığım hislere yansıyormuş. Bunu duymak benim için çok tuhaf. İnsan acılarla dalgalanırken, dışarıdan güzel görünebileceğine hiç ihtimal vermiyor çünkü…
“Dumanlı havayı ruhuna yansıtmazsan, hep o güzel enerjinle anılırsın” deyişinde bir çelişki yakalıyorum yalnız. Hani dumanlı halim güzeldi? Hem güzel enerjiyle anılmak isteyen kim be dostum…
-          “Yansıtmazsam üretemem ki…” oluyor cevabım. İşte o zaman çözüm yolu olarak ne gördüğümü soruyor.
-          “Bazen ölümü bazen de yaşamayı” diye çözülüyorum. Meğer kendimi de tanımlamaya ihtiyacım varmış. Soruları sorup sorup cevapsızlıkların belirsizliğinden besleniyormuşum. Bu diyalog bana iyi geliyor.
“En zor anları hep çaprazıyla bastırmak tek çözüm gibi gözüküyor. Seni yormaya başlayan ruh sıkışmasını üretkenliğindeki büyüleyicilikle kamçılamak, senin en iyi yapabileceğin şey…”
Zaten çaprazlamalarla ölüp gideceğim bir gün küt diye. Başa çıkamadıklarımızı bastırmak neye yarar? Sonradan tekrar tekrar zamansızca hortlayan kâbuslar gibidir bastırılan şeyler. En iyisi günü gününe çözmek onları…
Mutlu olup olmadığımı soruyor bu sefer. Offf zor zoru… Ben daha çok mutlu olmayı öğrenme yolunda bir öğrenciyim. Mutlu etmeyi daha erken öğrenmekten mütevellit, tel tel incelip yorulmuş ve biraz da yaşlanmışım…
Çatlak bir kadınım.
Bunu daha çok yakıştırıyor bana. Öyle olduğumu biliyormuş zaten. Herkes benim çatlak olduğumda hemfikir galiba. Gülen bir yüzün gerisinde büyüttüğüm çeşit çeşit duygular ve onlara eşlik eden bir değişim hali, buna sebep oluyor olabilir.
Keyfimin nasıl olduğunu sorunca ben de biraz afallıyorum. Ne diyeceğim şimdi? Bir günüm diğer günümü, bir saatim diğer saatimi tutmuyor ki… Bir genelleme yapmak imkânsız gibi…
-          “İnişli- çıkışlıyım, her zamanki gibi” diye en dürüst yanıtı sunuyorum.
“Stabil hayatlar kötüdür, titreyen çizgi iyidir”
Beklenmedik bir yorumla karşılaşıyorum işte. Hiç böyle düşünmemiştim. Sahi öyle midir?
TİTREYEN ÇİZGİ çok hoşuma gitti. İşte o benim! “Bunu kullanmam lazım, izninle” diyorum. Bunun kendisine bir hediye gibi olacağı söylüyor. Şimdinin az etiketli, geleceğin prestijli, isim yapmış, ün kazanmış yazarı, onun kelimelerini kullanacak diye mi? Ne olacaktı ki? Etiketliler de insandır.
“Tahmin edebiliyorum zor zamanları ama her şeyin çok güzel olacağından eminim” diyor.
Dur bir bakayım, aslında şimdi de her şey çok güzel. Pek çok insanın olmak istediği gibi, hayalimin tam ortasındayım. Sadece gün be gün yeni engeller çıkıyor karşıma. Sırayla onları aşmayı öğrenmem gerekiyor…
“ Her yeni engelde daha da güçlenecek kalemin” diye beni yücelttiğinde, gözlerim doluveriyor yine... Anlaşılmaktan mı, şevklenmekten mi, olgunlaşmaktan mı bilmiyorum. Gözyaşım kurumadıkça kalemime bir doping iğnesi yapılıyor sanki. İyi bir yazar olmayı hayal etmese miydim acaba? Çetin bir hedef edinmek bazen çok zorluyor bünyeyi…
-“Haklısın” diyorum. “Ne zaman acılansam kalemim sapıtıyor."
“Tıpkı acı yiyince suya doyamamak gibi… O senin kırbacın, bırak sapıtsın”
Sanki beni bana anlattın, bir nevi terapi yaparken, sırtımı yaslayabildiğim ama yüzünü göremediğim- ruhumu hisseden ve ruhunu hissedebildiğim- bir varlık oldun.
Yoksa sen yüce gücün konuşturduğu meleklerden biri misin?
İnanırım ki, Tanrı ihtiyaç duyduğumuz cevapları bin bir yolla verebilir. Bazen rüyamıza girer, bazen bir insanın sözleri bazen de bir filmin replikleri olur teselli… Melekler girecek kılık seçmezler. Gözü kapalı el uzatırlar bize…
Bilirim ki, en dibe vurduğumuzu düşündüğümüz anlarda, çözüm sürpriz bir noktadan paraşütle atılırcasına gelecektir.
Boşuna yazmadığımı, boşuna kana kana acımadığımı, boşuna yaşamadığımı hissettiren bu dert ortağı, Hızır gibi imdadıma yetişirken bile aklımda bin bir plan ve fikir, kalbimden kopuveren bin bir parça var.
En çok algıladığım mesaj: DÖNÜŞTÜR ACILARINI…
BEDENİNDEN ÇIKAR VE DÜNYAYA SUN…
SEN PAYLAŞTIKÇA AZALACAK…
Titreyen kırılgan bir yaprak gibiyim çoğu zaman. Güçlenmiş gördükleri, oturmuş zannettikleri karakterime rağmen.
Bu yüzden hiç sabitleyemiyorum ne kendimi, ne hayatımı, ne de duygularımı…
Titreyen incecik bir çizginin üzerinde pamuk ipliğine bağlı adımlar atıyorum. Bazen ürkerek bazen cesaretle…
Bana bu tanımı yakıştıran sesi duyabilmenin kıvancını yaşamak, kıvrandığım duygu hallerine çare olmasa bile güzel.
Bu sesin sahibine binlerce teşekkür ediyorum var olduğu, Tanrımla aramızda aracı olduğu için. İsminin açıklanmasını tercih etmeyeceğini sanıyorum. Büyük protestolarda toza, dumana, gaza boğulup da ismini açıklamadığını; “bir gün ben de oradaydım” demenin kendisine yeteceğini, mümkünse gizli kahramanlardan olmak istediğini hatırlıyorum.
İyi ki varsın gizli kahraman…
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder