Aradan yıllar geçip ilk çırpınışlar sona erdiğinde, kıymetinin artacağından
emin olduğum paylaşımlar var hayatımızda. Size inanan birinin güç verici
katkılarıyla zorluklar kolaylaşır birden bire. Anlaşılmanın insana verdiği
şevk, huzur ve aynı zamanda heyecan paha biçilemezdir. İşte bu yüzden,
gelecekte olacakların şimdiden “olmuş” gibi hissettirilmesi, insana en büyük “erken
takdir” olur. Ve bu yüzden en kıymetli hediye, etiketsizken sevilmektir.
Büyük mevkilere ulaşmadan, kendi küçük dünyasının büyük adamı olabilmiş
insanları severim ben. Onların egodan arınmış benliklerine yakın hissederim
kendimi. “Bilmem kim” olmamıştır ama birinin gözbebeği olmuş, sevdiklerini
gözbebeği yapmıştır. Dünyada en ünlü insanlar, işte bu, dünya ününe kavuşmaktan
uzak durmuş olanlardır.
Sevdiğim işin peşinden giderken, sistemin dayattığı realitelerle şoklanıp
yıkanan beynim, buna alışmaya çalışırken bir yandan da üretmekten çok yoruldu.
İsim etiketi ve kariyer markalaşmasının gerekliliği; bir nevi kendini
satış ve pazarlama çalışmaları devam ede dursun, bir kalıba sokamadığım gidiş -
gelişlerim, dumanlı hallerim, ansızın beliriveren iniş çıkışlarım yeterince
vaktimi ve enerjimi emiyor…
Güzel yanı ise, ortaya faydalı fikirler, eşsiz üretimler, sınırsız
yaratımlar çıkıyor…
Kendim olmak, her şeye değer.
Dumanlı hâl, bende güzel duruyor, en azından salgıladığım hislere
yansıyormuş. Bunu duymak benim için çok tuhaf. İnsan acılarla dalgalanırken, dışarıdan
güzel görünebileceğine hiç ihtimal vermiyor çünkü…
“Dumanlı havayı ruhuna yansıtmazsan,
hep o güzel enerjinle anılırsın” deyişinde bir çelişki yakalıyorum yalnız. Hani
dumanlı halim güzeldi? Hem güzel enerjiyle anılmak isteyen kim be dostum…
-
“Yansıtmazsam
üretemem ki…” oluyor cevabım. İşte o zaman çözüm yolu olarak ne gördüğümü
soruyor.
-
“Bazen
ölümü bazen de yaşamayı” diye çözülüyorum. Meğer kendimi de tanımlamaya
ihtiyacım varmış. Soruları sorup sorup cevapsızlıkların belirsizliğinden
besleniyormuşum. Bu diyalog bana iyi geliyor.
“En zor anları hep çaprazıyla
bastırmak tek çözüm gibi gözüküyor. Seni yormaya başlayan ruh sıkışmasını
üretkenliğindeki büyüleyicilikle kamçılamak, senin en iyi yapabileceğin şey…”
Zaten çaprazlamalarla ölüp gideceğim bir gün küt diye. Başa çıkamadıklarımızı
bastırmak neye yarar? Sonradan tekrar tekrar zamansızca hortlayan kâbuslar
gibidir bastırılan şeyler. En iyisi günü gününe çözmek onları…
Mutlu olup olmadığımı soruyor bu sefer. Offf zor zoru… Ben daha çok mutlu
olmayı öğrenme yolunda bir öğrenciyim. Mutlu etmeyi daha erken öğrenmekten
mütevellit, tel tel incelip yorulmuş ve biraz da yaşlanmışım…
Çatlak bir kadınım.
Bunu daha çok yakıştırıyor bana. Öyle olduğumu biliyormuş zaten. Herkes benim
çatlak olduğumda hemfikir galiba. Gülen bir yüzün gerisinde büyüttüğüm çeşit
çeşit duygular ve onlara eşlik eden bir değişim hali, buna sebep oluyor
olabilir.
Keyfimin nasıl olduğunu sorunca ben de biraz afallıyorum. Ne diyeceğim
şimdi? Bir günüm diğer günümü, bir saatim diğer saatimi tutmuyor ki… Bir
genelleme yapmak imkânsız gibi…
-
“İnişli-
çıkışlıyım, her zamanki gibi” diye en dürüst yanıtı sunuyorum.
“Stabil hayatlar kötüdür, titreyen
çizgi iyidir”
Beklenmedik bir yorumla karşılaşıyorum işte. Hiç böyle düşünmemiştim. Sahi
öyle midir?
TİTREYEN ÇİZGİ çok hoşuma gitti. İşte o benim! “Bunu kullanmam lazım, izninle” diyorum. Bunun kendisine bir hediye
gibi olacağı söylüyor. Şimdinin az etiketli, geleceğin prestijli, isim yapmış,
ün kazanmış yazarı, onun kelimelerini kullanacak diye mi? Ne olacaktı ki? Etiketliler
de insandır.
“Tahmin edebiliyorum zor zamanları
ama her şeyin çok güzel olacağından eminim” diyor.
Dur bir bakayım, aslında şimdi de her şey çok güzel. Pek çok insanın
olmak istediği gibi, hayalimin tam ortasındayım. Sadece gün be gün yeni
engeller çıkıyor karşıma. Sırayla onları aşmayı öğrenmem gerekiyor…
“ Her yeni engelde daha da
güçlenecek kalemin” diye beni yücelttiğinde, gözlerim doluveriyor yine... Anlaşılmaktan
mı, şevklenmekten mi, olgunlaşmaktan mı bilmiyorum. Gözyaşım kurumadıkça
kalemime bir doping iğnesi yapılıyor sanki. İyi bir yazar olmayı hayal etmese
miydim acaba? Çetin bir hedef edinmek bazen çok zorluyor bünyeyi…
-“Haklısın” diyorum. “Ne zaman
acılansam kalemim sapıtıyor."
“Tıpkı acı yiyince suya doyamamak
gibi… O senin kırbacın, bırak sapıtsın”
Sanki beni bana anlattın, bir nevi terapi yaparken, sırtımı
yaslayabildiğim ama yüzünü göremediğim- ruhumu hisseden ve ruhunu
hissedebildiğim- bir varlık oldun.
Yoksa sen yüce gücün konuşturduğu meleklerden biri misin?
İnanırım ki, Tanrı ihtiyaç duyduğumuz cevapları bin bir yolla verebilir. Bazen
rüyamıza girer, bazen bir insanın sözleri bazen de bir filmin replikleri olur
teselli… Melekler girecek kılık seçmezler. Gözü kapalı el uzatırlar bize…
Bilirim ki, en dibe vurduğumuzu düşündüğümüz anlarda, çözüm sürpriz bir
noktadan paraşütle atılırcasına gelecektir.
Boşuna yazmadığımı, boşuna kana kana acımadığımı, boşuna yaşamadığımı
hissettiren bu dert ortağı, Hızır gibi imdadıma yetişirken bile aklımda bin bir
plan ve fikir, kalbimden kopuveren bin bir parça var.
En çok algıladığım mesaj: DÖNÜŞTÜR ACILARINI…
BEDENİNDEN ÇIKAR VE DÜNYAYA SUN…
SEN PAYLAŞTIKÇA AZALACAK…
Titreyen kırılgan bir yaprak gibiyim çoğu zaman. Güçlenmiş gördükleri,
oturmuş zannettikleri karakterime rağmen.
Bu yüzden hiç sabitleyemiyorum ne kendimi, ne hayatımı, ne de duygularımı…
Titreyen incecik bir çizginin üzerinde pamuk ipliğine bağlı adımlar
atıyorum. Bazen ürkerek bazen cesaretle…
Bana bu tanımı yakıştıran sesi duyabilmenin kıvancını yaşamak,
kıvrandığım duygu hallerine çare olmasa bile güzel.
Bu sesin sahibine binlerce teşekkür ediyorum var olduğu, Tanrımla
aramızda aracı olduğu için. İsminin açıklanmasını tercih etmeyeceğini sanıyorum.
Büyük protestolarda toza, dumana, gaza boğulup da ismini açıklamadığını; “bir gün ben de oradaydım” demenin
kendisine yeteceğini, mümkünse gizli kahramanlardan olmak istediğini
hatırlıyorum.
İyi ki varsın gizli kahraman…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder