Yüzyılın maden felaketine ev sahibi yapmakta oluşumuz onaylandı. En az üç
gün milli yas ilan edilip de hayat ağırdan alıcı bir yavaşlığa büründüğünde,
şarkılar bile durgunlaştı. Bir türlü kurtulamadığımız karalara boyanıverdik
yine. Duvarlar, sayfalar, giysiler karardı. Empatik bir bilinçle sulandı
gözler, çalkalandı duygular, yükseldi isyanlar. Üç gün oldu, beş gün oldu,
sonuçta değişen ne var?
Maden Yasası’nın değiştirilmesi için 300 küsur işçinin ölmesi mi
gerekiyordu? Sorumluların tutuklanması, gidenleri geri getirebilir mi? Şaka değil,
oyun hiç değil çoğu zaman hayat. Üstüne düşeni yapmadıkça kaçmanın mümkün
olmadığı felaketlere dönüşebilecek kadar hata kabul etmez bir işleyişi var. Evet,
hayat çok ciddiye alınmaya değmez ama kimi uç noktalarda hayattan ciddi bir
mesele yoktur. Hele de konu İNSAN ise…
Milli yas üç gün sürmez ki… Biz aylardır milli yasta boğulmuşuz zaten… Esasında
yıllardan beri milli yasa sürükleneceğimiz belliydi ki…
Neden hastaları doktor yaptınız başımıza? Neden cahilleri öğretmen,
zalimleri karar veren - kanun koyan yaptınız ki? Atamız bize böyle bir düzen mi
emanet etti?
Milli yas, milli bayramlarımızda coşku yasaklandığında; yüreğimize
yerleşmiş iman damlaları kirlendiğinde; Yüce Yaratanın özene bezene tasarladığı
- adına “beyin” denen - organ kullanım dışı kalmaktan küf tuttuğunda
başlamıştı.
Milli yas, birbirimizi farklı yönlerimizle kabul etmeyi başaramayıp; renk
için, mevki için, para için, çıkar için birbirimizi satışa başladığımız noktada
kök salmaya başlamıştı.
Takım, dil, din, ırk, sosyal statü, düşünce ayrımının eşiğinde
hastalandığımızda, milli yas tutacağımız günler yaşanacağı da garantilenmişti.
Bayrak, özgürlük, hak, hukuk, adalet kavramları kimlerinin elinde oyuncak
olmaya başladığı günlerde, milli yasın kralı cirit atmaya başlamıştı.
Mevsimler yaza dönüyormuş, takvimler yaz aylarını gösterecekmiş. Yok ya…
Geçen sene bize yaz gelmedi ki…
Bu sene de yaz gelmeyecek ki…
Karalar bağlamış yürekler, alı moru görebilir mi hiç? Akıl ve mantık hâlâ
yaşıyorsa, bir çelişki var bu işte… Aynı anda hem kara kış hem de yaz yaşanamaz
ki…
Keli, göbeği çıkmış ama cüzdanı para dolu itici bir adam gibi şimdi
memleketimiz. Çekiciliği kalmadığı gibi, iticiliğini de cüzdanından çıkanlarla
örtüyor ve fahişeleşmiş birileri de bu paralara tamah ediyor. Kimileri de
çaresizlikten, açlıktan, ilkesizlikten…
Bu kel adam leş gibi ter kokuyor, alabildiği hiçbir pahalı parfüm onu
güzel kokutamıyor. Girdiği hamam onu paklamıyor, yaptırdığı masaj derisini yumuşatmıyor;
çünkü kalbi taşa dönmüş… Şeytan satın almış onu, bedeninde cirit atıyor…
İşte bizim memleketimiz, göğsünde huzur bulduğumuz bir “baba” iken, koynuna
sığınmaktan çekindiğimiz bir “canavar” gibi artık…
Milli aşk, yerini milli yasa bıraktı.
Beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta oldu artık.
Makinelere bağlı yapay bir yaşamı var, her an bitebilecek gibi. Bir mucize
olmazsa bitmeye mahkûm gibi…
Tek dayanağımız var; ilahi düşünce ve inançlarımız.
Kitabımızda yazar ki, çıkmayan candan ümit kesilmezmiş.
Ya bu can çıksın artık ya da bir mucize olsun Tanrım.
Yoksa milli yas, bizi öldüremeden süründürecek bir doğal afet gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder