Ne de olsa kara bulutlar,
beyazlara göre daha tutucu… İnsanı çeken, merak uyandıran, türlü senaryolar
üretmeye sürükleyen bir dipsizliği var. Beyaz bulutlara bakarak gevşerken
sadece hayallere dalabilirsiniz. Oysa rengi gibi enerjisi de kararmış tüm
atmosferler insanı korkuya; korkudan mütevellit tedbirler almaya; ışığa gidecek
yollar üretmeye; tökezledikçe daha çok düşünmeye neden olur. Savunmadayken
dipdiri kalışımız bu yüzden olmalı… Ve rahatken yayılmak içten bile değil…
Kahır verici her şeye
bağlılık, ölümü de beraberinde getirmesine rağmen yaygın. Bu bir tür hastalık
olmalı… Kararmak, dibi boylamak kaçışı olmayan ve sonu gelmeyen felaketlerdir.
Eğer silkinmezseniz…
Karamsarlığın genetik olarak
geçtiğini söyleyen araştırmalar mevcut. Ben bunu öğrendikten sonra biraz
rahatlamıştım. Uzun zamandır çözümlemeye çalıştığım, bünyemde içimi deşerek
dolaşan karartılar, demek genlerle geçmiş… Ne kadar şansı olabilir ki böyle
birinin? Yeni bir hayata mı başlıyorsunuz yoksa soyunuzunkini devir mi alıyorsunuz
belli değil…
“Her
sabah bu kodlarla kalkarsın”
demişti bir uzman. “SEN BUSUN” diye
yüzümü tokatlarcasına gerçeği söylemişti. Ama kendimi geliştirirken harcamaya
alıştığım enerji işe yarıyormuş. Değişime açılırken, hatalı kısmı kabullenme
büyüklüğünü gösterdikten sonra şansım var demek ki… Çözüm basit: her sabah
kendini yeniden tanımlamak.
Ee hani kendimizi olduğu gibi
kabul edecektik???
Kişisel gelişim sektörünün
tutarsızlıklarından biri işte…
Yine iş başa düştü anlaşılan.
Yaratıcılığı tetiklemesine, farklılıkları sıfıra indirgeyip insanları
birleştirmesine rağmen, bu kara bulutların dağıtılması gerek bir şekilde…
O kadar insan öldü,
haksızlığa uğradı, değerler yok pahasına satılırken elde avuçta ne varsa paraya
çevrildi. Pislikler yüzsüzce inkâr edildi, türlü dolaplar çevrildi. Cehalet diz
boyu… Koyunlaşmış kafa yapıları nereye çekilse oraya gidiyor. Bir cehennem
ateşi yanıyor yeryüzünde cayır cayır… Yalan dolan ile talan edilmiş bütün erdem
kaleleri… At gözlükleri dağıtılıyor her gün bedavaya… Hatta kör gözlükleri
diyorum ben onlara! Sütü bozulmuş, kanı donmuş, yüreği kaybolmuş yaratıkların
cirit attığı sahipsiz meydanlar… Şeytan bile kenara çekilmiş öylece izliyor,
işlerini bölüştürmüş ya kendisi sefa sürüyor…
Haydi, gel de düzelt şimdi
bir şeyleri…
Ne kadar zor görünüyor değil
mi?
Neyle uğraşırsanız onu
öğrenir, neye vakit ayırırsanız onu pekiştirirsiniz.
Mutlaka kıyıda köşede temiz
kalmış bir şeyler olmalı. Şimdi bunları dert edinen bizler varız en önemlisi...
Yetmez mi?
Şu öğrenilmiş çaresizliğin tanısını koydu psikologlar da, çözümünü bir
türlü açıklamadılar. Kendileri de bilmiyorlar belki. İlaç, terapi, hipnoz?
Hiçbiri çözmüyor işte…
Öğrenilmiş
çareler üretmediğimiz
sürece, çaremize sıkı sıkı sarılıp sahiplenmedikçe olmayacak bu iş. Her aksilikte
dağılıyoruz…
Ucundan sıkıca tutup
büyütmeli doğruları…
Kötüdeki motivasyon ve
özgüven bizde olsaydı neler başarırdık… Yüzsüzce ortaya sundukları BEN duygusu
öyle kırılgan ki aslında… Yalnız en büyük eksiğimiz şudur ki; çok değerli olan BİZ
olmayı beceremiyoruz.
Valla ben başlıyorum artık,
iyinin bir ucundan tutmaya… Kimseyi tedavi etmekle de uğraşamayacağım artık.
İyi projeler peşinde yorulacağım. Dünya yüzde yüz temizlenmeyecek belki… Ama
bir yerden başlayıp BEYAZı büyüteceğim. Ama öyle ama böyle yok. Genlermiş,
kadermiş, cehennemmiş beni durduramaz.
Yetti artık, içim daraldı.
Kötümserlik kolay iş.
Zor olan iyimserlik. Hâlbuki
tam tersi akla yatkın gibidir. Yanıltıcı işte…
Şu hayatta hiçbir şey
göründüğü gibi değil.
Bir anda bütün evreni
düzeltemezsiniz. Ama yeni yarattığınız bir şeyi özel kılabilirsiniz, yaratırken
güzele, doğruya programlayabilirsiniz.
Bir yürüyüşe çıktığınızda
bile yürüdüğünüz yol dümdüz mü?
Kaldırım, taş, çakıl, yokuş,
çamur yok mu?
Vazgeçiyor musunuz
yürümekten? Yoksa ona göre ayakkabılar giyip ona göre yürüme temponuzu mu
ayarlıyorsunuz?
Kötüyle savaşmak değil, iyiyi
çoğaltmak yolu mümkün.
Ben hiç kötümserlik genimle
uğraşıyor muyum?
Elimizde ne varsa onunla inşa
edeceğiz artık hayalimizi.
Durmak yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder