7 Nisan 2014 Pazartesi

KAYIP ARANIYOR

Bir gün içinde türlü türlü meselelere kafaları gömmüşken, derdimiz yetmiyormuş gibi ansızın hayatımıza giriverir, hiç bilmediğimiz küçük bir çocuğun kayıp silueti. Onu bir anda tanır, korumaya çalışır, sahiplenmenin yollarını ararız. Rüya gibi başlamasıyla bitmesi, kötü bir şaka gibi şaşırtmasıyla yasa boğması, göz kırpış kadar kısa ve çelimsiz olur; varlığı ile yokluğu bir olur. Ve aynı hızla çıkıp gidivermiştir dünyamızdan…
Yeşil montu, masum bakışları ve adaptasyonunu tamamlayamamış belirsiz hareketleriyle korkuturken düşündürdü, gülerken ağlattı, zenginleştirirken yalnız bıraktı bu yavru büyüklerini…
Bir yaşındaki yeğenimin geç kalmış doğum günü yazısını coşku ve sevgi kıpırtıları içinde yazarken, üç yaşındaki başka bir çocuğun kayıp haberi geldi. Ellerim titredi, gözbebeğimin yazısı yarım kadı. Zaten biliyordum ama bir kere daha hatırladım ki, TÜM ÇOCUKLAR BİZİMDİ…
Yüzlerce görevli ve gönüllü, birlik içinde seferberliğe geçip kayıp yavruyu ararken, saatler geçtikçe korkular ve şüpheler artarak büyüyordu.
Koca koca çitlerin üstüne tırmanarak kaçtığı varsayılıyordu. Akıllardaki soru işaretlerine bakılırsa, bu işte bir bit yeniği var gibiydi. Babasının yaptığı açıklamalar yeterli görünmüyordu nedense. Benim en çok aklıma takılan, evin kapısının niye kilitli olmadığıydı… Üç yaşında bir çocuk bahçede oynarken bile yalnız başına bırakılmamalıydı.
Daha da ilginci, çocuğun daha evvel evden iki kere kaçtığı söyleniyordu. Mutlaka önceki kaçış öykülerine bakılmalıydı. Bir hata, ilkinde evet bir HATAdır. İkincisinde acı bir tecrübeye dönüşebilecek BÜYÜK BİR HATAdır. Üçüncüsünde ise artık ihmal ya da sorumsuzluktan bahsetmek mümkün kılınmış olur.
İhtimal vermek istemesem de, ortada görünmeyen anne ile açıklamalarını yetersiz bulduğum baba bana bu kayboluşun İHMAL kaynaklı olduğunu düşündürüyordu.
Yetkililer bölgedeki tüm ışıkların yakılmasını, köpeklerin bağlanmasını, müzik yayını yapan yerlerin sessizleştirilmesini istediler.
Korkmuş, acıkmış ve üşümüş olabileceği ihtimalleri üzerinde uzun uzun konuşuldu.
ÇOCUK HAYATI ŞAKAYA GELMEZ.
Kaçırılmamış olmasını umduklarını söylüyorlardı. Neredeyse 24 saat geçmişti, iyi haber gelmesinin mümkün olması bana pek yakın gelmiyordu artık.
Okan Bayülgen’den, küçük çocukların kıyafetlerine takılabilen takip cihazları olduğunu ama Türkiye'de satılmadığını öğrendik. Girişimci firmalar neden getirmiyorlardı?
ÇOCUK GÜVENLİĞİ bir ülkede “en önemli konu” olmalıydı. Aksi durumda “en büyük yaramız” olmaya devam edecekti.
Kayıp aranıyordu.
Gece koyu lacivertlere bürünürken, umutlarımız da yavaş yavaş karanlıklara kapılıp gidiyordu. Yattık kalktık ve kötü haber tez duyuldu.
Pamir ölmüştü.
Yan villanın havuzunda, ikinci aramada nerdeyse tesadüfen bulunmuştu.
Yürekler yanıyor yanmasına ama ne ders çıkarabildik biz bu ölümden?
İşte şimdi aklıselime hizmet eden VİCDANLAR ARANIYOR.
Herkes çocuk yapmamalı dediğimde bana tuhaf tuhaf yapışan o bakışların sahiplerine sesleniyorum: siz hiç çocuğunuzu kaybettiniz mi?
Toprağa verdiğiniz mi?
Bir çocuğun sorumluluğunu kaç kişi taşıyabilir?
Bir anne mi, bir baba mı?
Bir anne ile bir de baba mı?
Bir de bakıcı eklesek bu işi çözer mi?
Bir anne ile bir baba, çocuğu sadece ÜRETMEYE yeter. Bunu kalın kafalara sokmalı.
Bir çocuğun sorumluluğunu AKIL taşıyabilir.
Cehalet taşıyamaz, ihmal taşıyamaz.
Bencillik taşıyamaz.
Bir muazzam toplum bilinci ister çocuğu sahiplenmek. Dayağa, tecavüze, korumasızlığa olduğu gibi belirsizliğe terkedilmiş nice çocuk henüz yaşıyor. Niceleri çoktan öldü.
Tehlike henüz geçmedi.
Kayıp anne, baba, yetişkin akılları aranıyor.
Vicdan aranıyor.
Bilinç aranıyor.
Sadece kendi çocuğunuza değil diğer çocuklara da kol kanat gerin. Çocuklar savunmasızdır, unutmayın.
İç ve dış huzur ve küflenmemiş bir dünya istiyorsak önce çocukları korumalıyız.
Daha mühim bir meselemiz de yok.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder