Bir gün içinde türlü türlü meselelere kafaları gömmüşken, derdimiz yetmiyormuş
gibi ansızın hayatımıza giriverir, hiç bilmediğimiz küçük bir çocuğun kayıp
silueti. Onu bir anda tanır, korumaya çalışır, sahiplenmenin yollarını ararız.
Rüya gibi başlamasıyla bitmesi, kötü bir şaka gibi şaşırtmasıyla yasa boğması, göz
kırpış kadar kısa ve çelimsiz olur; varlığı ile yokluğu bir olur. Ve aynı hızla
çıkıp gidivermiştir dünyamızdan…
Yeşil montu, masum bakışları ve adaptasyonunu tamamlayamamış belirsiz
hareketleriyle korkuturken düşündürdü, gülerken ağlattı, zenginleştirirken
yalnız bıraktı bu yavru büyüklerini…
Bir yaşındaki yeğenimin geç kalmış doğum günü yazısını coşku ve sevgi
kıpırtıları içinde yazarken, üç yaşındaki başka bir çocuğun kayıp haberi geldi.
Ellerim titredi, gözbebeğimin yazısı yarım kadı. Zaten biliyordum ama bir kere
daha hatırladım ki, TÜM ÇOCUKLAR BİZİMDİ…
Yüzlerce görevli ve gönüllü, birlik içinde seferberliğe geçip kayıp
yavruyu ararken, saatler geçtikçe korkular ve şüpheler artarak büyüyordu.
Koca koca çitlerin üstüne tırmanarak kaçtığı varsayılıyordu. Akıllardaki
soru işaretlerine bakılırsa, bu işte bir bit yeniği var gibiydi. Babasının
yaptığı açıklamalar yeterli görünmüyordu nedense. Benim en çok aklıma takılan,
evin kapısının niye kilitli olmadığıydı… Üç yaşında bir çocuk bahçede oynarken bile yalnız başına bırakılmamalıydı.
Daha da ilginci, çocuğun daha evvel evden iki kere kaçtığı söyleniyordu.
Mutlaka önceki kaçış öykülerine bakılmalıydı. Bir hata, ilkinde evet bir HATAdır.
İkincisinde acı bir tecrübeye dönüşebilecek BÜYÜK BİR HATAdır. Üçüncüsünde ise
artık ihmal ya da sorumsuzluktan bahsetmek mümkün kılınmış olur.
İhtimal vermek istemesem de, ortada görünmeyen anne ile açıklamalarını
yetersiz bulduğum baba bana bu kayboluşun İHMAL kaynaklı olduğunu
düşündürüyordu.
Yetkililer bölgedeki tüm ışıkların yakılmasını, köpeklerin bağlanmasını,
müzik yayını yapan yerlerin sessizleştirilmesini istediler.
Korkmuş, acıkmış ve üşümüş olabileceği ihtimalleri üzerinde uzun uzun
konuşuldu.
ÇOCUK HAYATI ŞAKAYA GELMEZ.
Kaçırılmamış olmasını umduklarını söylüyorlardı. Neredeyse 24 saat
geçmişti, iyi haber gelmesinin mümkün olması bana pek yakın gelmiyordu artık.
Okan Bayülgen’den, küçük çocukların kıyafetlerine takılabilen takip
cihazları olduğunu ama Türkiye'de satılmadığını öğrendik. Girişimci firmalar
neden getirmiyorlardı?
ÇOCUK GÜVENLİĞİ bir ülkede “en
önemli konu” olmalıydı. Aksi durumda “en
büyük yaramız” olmaya devam edecekti.
Kayıp aranıyordu.
Gece koyu lacivertlere bürünürken, umutlarımız da yavaş yavaş karanlıklara
kapılıp gidiyordu. Yattık kalktık ve kötü haber tez duyuldu.
Pamir ölmüştü.
Yan villanın havuzunda, ikinci aramada nerdeyse tesadüfen bulunmuştu.
Yürekler yanıyor yanmasına ama ne ders çıkarabildik biz bu ölümden?
İşte şimdi aklıselime hizmet eden VİCDANLAR ARANIYOR.
Herkes çocuk yapmamalı dediğimde bana tuhaf tuhaf yapışan o bakışların
sahiplerine sesleniyorum: siz hiç çocuğunuzu kaybettiniz mi?
Toprağa verdiğiniz mi?
Bir çocuğun sorumluluğunu kaç kişi taşıyabilir?
Bir anne mi, bir baba mı?
Bir anne ile bir de baba mı?
Bir de bakıcı eklesek bu işi çözer mi?
Bir anne ile bir baba, çocuğu sadece ÜRETMEYE yeter. Bunu kalın kafalara
sokmalı.
Bir çocuğun sorumluluğunu AKIL taşıyabilir.
Cehalet taşıyamaz, ihmal taşıyamaz.
Bencillik taşıyamaz.
Bir muazzam toplum bilinci ister çocuğu sahiplenmek. Dayağa, tecavüze,
korumasızlığa olduğu gibi belirsizliğe terkedilmiş nice çocuk henüz yaşıyor.
Niceleri çoktan öldü.
Tehlike henüz geçmedi.
Kayıp anne, baba, yetişkin akılları aranıyor.
Vicdan aranıyor.
Bilinç aranıyor.
Sadece kendi çocuğunuza değil diğer çocuklara da kol kanat gerin.
Çocuklar savunmasızdır, unutmayın.
İç ve dış huzur ve küflenmemiş bir dünya istiyorsak önce çocukları
korumalıyız.
Daha mühim bir meselemiz de yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder