Yaşam kimi zaman aklına eseni yapmaya vakit bulmak için çok kısa… Sıkıntıların geçmesini
beklerken de çok uzun… İkisi de birer yanılsama aslında. Yaşam daha çok acıyla
tatlıyı karıştırıp vermeye programlanmış bir bulmaca gibi. İçinden çekip
çıkarabildiğimiz ne kadar keyifli zaman dilimi varsa, işte o kadar basit
formülü. İçine doğduğu gibi yapmalı her şeyi, gerisi de zarar ziyan zaten…
Puslu bir Nisan sabahı, büyükşehir kendi çapındaki karmaşasıyla
karşılanırken, hiç de sıradan olmayan buluşmalar gerçekleşebilir. Trafik
azalmamıştır, kalabalık dağılmamıştır, benzin fiyatı düşmemiştir, olaylar
durulmamıştır ama bir yerde bir fark olmuştur mutlaka. Cuma gecesinde bir
ikilem olmuştur belki, “araya
sıkıştırmasak da rahat bir zamana mı bıraksak?” denmiştir. Sonra
hatırlanmıştır ki, işler hiçbir zaman bitmeyecek, hatta ölüm kapıya
dayandığında bile... Bundan daha rahat bir zaman olmayacak.
O zaman kısa bir kaçamakla başlansın, gerisi de gelir nasıl olsa diye
düşünülür. Yoksa erteledikçe ertelenecektir, geç kalmış görüşmeler.
İki kadın eski ve tanıdık bir semtte buluşurlarken, hesapta olmayan bir
konuk da dahil oluvermiştir yanıbaşlarına… Annesi evden çıkarken “Ben de geleceğim” demiştir ve çok da
haklıdır. Belki de o yaşamın sırrını büyüklerden daha erken çözmüştür. Üç
yaşında olması hiçbir şeyi değiştirmez…
İki kadın, kısıtlı zamanda uzun yılların özetini birbirlerine sunarken, vakit
su gibi akıp geçmiştir. Konuşulacakları yetiştirmenin telaşesine neden
daldıkları bilinmez, o sıralarda küçük kızın cama yapışıp garson kızla el
işaretleri yaparak oynaması, diğer masada oturan gözlüklü ve yalnız başka bir
çocuğun kim olduğu, duvarlardaki fotoğraflarıyla özel bir görünüm oluşturan dekorasyonun
hoşluğu gözden kaçmıştır bile…
Özlem… Özlem hepsinin önüne geçmiş olmalı ki, gözgöze dizdize konuşmaya
doyamayan iki eski dostun aklı başka yerlere takılmıyor. Telefondan resim paylaşmak,
masaya dökülen sütü silmek gibi detaylarla vakit bile kaybetmiyorlar. O anı
yaşıyorlar kana kana…
Küçükken ezilmiş, aileleri tarafından incitilmiş, yürekleri yaralanmış
birer genç kadın onlar. Sert rüzgarlarla acımasızca kırılmış, haksızlıklarla
dolu deli fırtınalarla yıpratılmış ama asla yıkılmamış birer gazi gibi
olmuşlar; acılarını bile sahiplenerek ayakta duruyor ve bir tek huzur ve biraz
da güven istiyorlar hayattan, kendilerinden çalınmış tüm zamanların
karşılığında…
Geçmiş günlerdeki gibi birbirlerine güç ve destek verirken,
kalplerinden çıkan sıcaklık yayılarak etrafı
kaplayıveriyor. Garson kız, küçük çocukla kendiliğinden daha çok ilgileniyor,
sırf iki dostun konuşması bölünmesin diye belki de… Çocuk çoğunlukla uslu,
arada annesine sesleniyor ama fısıltıyla. Bir öpücükle bile susup önündeki
oyununa geri dönebiliyor, karnı acıksa açlığını erteliyor. Görüyor ki annesi
mutlu… Biraz daha susuyor o zaman. Eğer annesi mutsuz olsaydı, istediği herşey
olsa bile avaz avaz ağlardı… Öyle şanslı bir çocuk ki, zamanında kendisini
haksızca susturmuş büyüklerinin aksine, küçük kızına yetişkin gibi söz veren
bir annesi var.
Vakit dolunca ayaklanıp toparlanıyorlar. “Sizinle arabaya kadar yürüyeyim” diyor diğer kadın. Tercümesi: “Sizinle biraz daha vakit geçireyim”.
Birkaç dakika daha olsa bile… Doymak ne mümkün…
Son kucaklaşmaların ardından beyaz araba uzaklaşırken, kadın camdan bakan
küçük kıza uzun uzun el sallıyor… Küçük kız az önce annesine “o da
bizimle gelsin” diye mızmızlanıp durmuş zaten.
Görünürde ayrılıyorlar.
Görünürde hayat devam ediyor. Ama hayat aslında cafedeki o buluşmada
durmuş; zaman geri sarılmış; eskiler yeniden hatırlanmış; gönül zenginliği ve
doygunluğuna ulaşılmış; kalpler birbirine sarmalanmış şekilde bekliyor.
Aradan geçen birkaç saat ve yine mesajlaşmalar, “arayı açmayalım”, “yine tekrarlayalım” lar…
Zaten hiç ayrılmamışlar ki…
Araba uzaklaşırken onlar gözden kaybolana kadar bakakalan kadın manalı
manalı gülümsüyor. O küçük çocuğun kendileri gibi değil, aksine mutlu bir kız
olacağını adı gibi biliyor. Bunun verdiği iç huzuru ve rahatlığın paha
biçilemez olduğunu düşünerek evine doğru yürümeye başlıyor…
-
Bir DİLEK tutarsınız umutla, gerçek olup olmayacağını bilemeden.
Hakkınız ise, mutlaka gerçek olur. Zamanı geldiyse gerçek olur. Size
uygun ve hayrınızaysa gerçek olur.
Dualarınızı süslüyorsa, hayallerinizin ortasında yatıyorsa, helalse
gerçek olur.
Bir de ismini DİLEK koyduklarınız vardır.
Yüreğinize yazdıklarınız vardır.
Onlar zaten hep GERÇEK olmuştur.
Yaşam sonsuz zenginliktir, görmesini bilene.
Bir DİLEK tutun, gerçek olsun.
Bir de dostunuz olsun, adı DİLEK olsun, gerçekten yanınızda olsun. Gerçek
bir dost olsun.
Daha güzel ne olabilir ki?
daha güzel ne olabilir ki :) çok güzelmiş :)
YanıtlaSilTeşekkür ederiz :)
YanıtlaSil