26 Nisan 2014 Cumartesi

DİLEĞİNİZ “GERÇEK” OLSUN

Yaşam kimi zaman aklına eseni yapmaya vakit bulmak için çok kısa… Sıkıntıların geçmesini beklerken de çok uzun… İkisi de birer yanılsama aslında. Yaşam daha çok acıyla tatlıyı karıştırıp vermeye programlanmış bir bulmaca gibi. İçinden çekip çıkarabildiğimiz ne kadar keyifli zaman dilimi varsa, işte o kadar basit formülü. İçine doğduğu gibi yapmalı her şeyi, gerisi de zarar ziyan zaten…
Puslu bir Nisan sabahı, büyükşehir kendi çapındaki karmaşasıyla karşılanırken, hiç de sıradan olmayan buluşmalar gerçekleşebilir. Trafik azalmamıştır, kalabalık dağılmamıştır, benzin fiyatı düşmemiştir, olaylar durulmamıştır ama bir yerde bir fark olmuştur mutlaka. Cuma gecesinde bir ikilem olmuştur belki, “araya sıkıştırmasak da rahat bir zamana mı bıraksak?” denmiştir. Sonra hatırlanmıştır ki, işler hiçbir zaman bitmeyecek, hatta ölüm kapıya dayandığında bile... Bundan daha rahat bir zaman olmayacak.
O zaman kısa bir kaçamakla başlansın, gerisi de gelir nasıl olsa diye düşünülür. Yoksa erteledikçe ertelenecektir, geç kalmış görüşmeler.
İki kadın eski ve tanıdık bir semtte buluşurlarken, hesapta olmayan bir konuk da dahil oluvermiştir yanıbaşlarına… Annesi evden çıkarken “Ben de geleceğim” demiştir ve çok da haklıdır. Belki de o yaşamın sırrını büyüklerden daha erken çözmüştür. Üç yaşında olması hiçbir şeyi değiştirmez…
İki kadın, kısıtlı zamanda uzun yılların özetini birbirlerine sunarken, vakit su gibi akıp geçmiştir. Konuşulacakları yetiştirmenin telaşesine neden daldıkları bilinmez, o sıralarda küçük kızın cama yapışıp garson kızla el işaretleri yaparak oynaması, diğer masada oturan gözlüklü ve yalnız başka bir çocuğun kim olduğu, duvarlardaki fotoğraflarıyla özel bir görünüm oluşturan dekorasyonun hoşluğu gözden kaçmıştır bile…
Özlem… Özlem hepsinin önüne geçmiş olmalı ki, gözgöze dizdize konuşmaya doyamayan iki eski dostun aklı başka yerlere takılmıyor. Telefondan resim paylaşmak, masaya dökülen sütü silmek gibi detaylarla vakit bile kaybetmiyorlar. O anı yaşıyorlar kana kana…
Küçükken ezilmiş, aileleri tarafından incitilmiş, yürekleri yaralanmış birer genç kadın onlar. Sert rüzgarlarla acımasızca kırılmış, haksızlıklarla dolu deli fırtınalarla yıpratılmış ama asla yıkılmamış birer gazi gibi olmuşlar; acılarını bile sahiplenerek ayakta duruyor ve bir tek huzur ve biraz da güven istiyorlar hayattan, kendilerinden çalınmış tüm zamanların karşılığında…
Geçmiş günlerdeki gibi birbirlerine güç ve destek verirken, kalplerinden çıkan sıcaklık yayılarak etrafı kaplayıveriyor. Garson kız, küçük çocukla kendiliğinden daha çok ilgileniyor, sırf iki dostun konuşması bölünmesin diye belki de… Çocuk çoğunlukla uslu, arada annesine sesleniyor ama fısıltıyla. Bir öpücükle bile susup önündeki oyununa geri dönebiliyor, karnı acıksa açlığını erteliyor. Görüyor ki annesi mutlu… Biraz daha susuyor o zaman. Eğer annesi mutsuz olsaydı, istediği herşey olsa bile avaz avaz ağlardı… Öyle şanslı bir çocuk ki, zamanında kendisini haksızca susturmuş büyüklerinin aksine, küçük kızına yetişkin gibi söz veren bir annesi var.
Vakit dolunca ayaklanıp toparlanıyorlar. “Sizinle arabaya kadar yürüyeyim” diyor diğer kadın. Tercümesi: “Sizinle biraz daha vakit geçireyim”. Birkaç dakika daha olsa bile… Doymak ne mümkün…
Son kucaklaşmaların ardından beyaz araba uzaklaşırken, kadın camdan bakan küçük kıza uzun uzun el sallıyor… Küçük kız az önce annesine  “o da bizimle gelsin” diye mızmızlanıp durmuş zaten.
Görünürde ayrılıyorlar.
Görünürde hayat devam ediyor. Ama hayat aslında cafedeki o buluşmada durmuş; zaman geri sarılmış; eskiler yeniden hatırlanmış; gönül zenginliği ve doygunluğuna ulaşılmış; kalpler birbirine sarmalanmış şekilde bekliyor.
Aradan geçen birkaç saat ve yine mesajlaşmalar, “arayı açmayalım”, “yine tekrarlayalım” lar…
Zaten hiç ayrılmamışlar ki…
Araba uzaklaşırken onlar gözden kaybolana kadar bakakalan kadın manalı manalı gülümsüyor. O küçük çocuğun kendileri gibi değil, aksine mutlu bir kız olacağını adı gibi biliyor. Bunun verdiği iç huzuru ve rahatlığın paha biçilemez olduğunu düşünerek evine doğru yürümeye başlıyor…
-
Bir DİLEK tutarsınız umutla, gerçek olup olmayacağını bilemeden.
Hakkınız ise, mutlaka gerçek olur. Zamanı geldiyse gerçek olur. Size uygun ve hayrınızaysa gerçek olur.
Dualarınızı süslüyorsa, hayallerinizin ortasında yatıyorsa, helalse gerçek olur.
Bir de ismini DİLEK koyduklarınız vardır.
Yüreğinize yazdıklarınız vardır.
Onlar zaten hep GERÇEK olmuştur.
Yaşam sonsuz zenginliktir, görmesini bilene.
Bir DİLEK tutun, gerçek olsun.
Bir de dostunuz olsun, adı DİLEK olsun, gerçekten yanınızda olsun. Gerçek bir dost olsun.
Daha güzel ne olabilir ki?

2 yorum: