Son iki gündür hissettiğim sıkıntıyı bireysel olarak yorumlayıp aşmaya
çalışmıştım önce. “Ne oluyorsun yine,
otur kalk şükret haline!” diye kendime iyice de yüklenmiştim. İçimden bir
ses, “İstanbul çok sıkıntılı… İstanbul’un
hiç tadı yok. İstanbul çok sıkıntılı…” diyip duruyordu. Aslında böyle bir
cümleyi net olarak duyuyor gibiydim desem yalan olmaz.
Bir anda başladı her şey. Gökyüzü kararıp geceye döndüğünde çok
hazırlıksızdık. Uzun uzadıya anlatıp da hem tatsız dakikaları tekrarlamak hem
de can sıkmak istemem. Sanki içimdeki sıkıntı bir mide bulantısının verdiği
kaçınılmaz bunaltıya benziyormuş. Gökyüzü İstanbul’a kusup içini boşalttıktan
sonra, sıkıntı da geçti ve yerini tamir edilmeyi bekleyen hasarlı bir mideye
bıraktı. Yani İstanbul’ a…
Kara bulutlar, genişçe bir hortum, dövücü bir yağış, vurucu bir rüzgâr.
Bundan çok daha ürkütücü bir doğa olayı aslında. Hava tahmincisi Eren Kısmet
bunu Türkçe’de tam olarak karşılığı olmayan downburst olarak belirtmiş. “Aşağı
yönlü hava patlaması” gibi bir anlamı olduğunu söylemiş.
Çeşitli patlamalara maruz kalması muhtemel, korunmasız İstanbulumuz…
Bir daha olmaması için ne yapılacak? Benzer doğal felaketlerin daha kolay
atlatılabilmesi için hangi tedbirler alınacak?
İstanbul dayak atan bir annenin şamarını yemiş gibi şimdi. Hem ağlıyor
hem de adam olmuyor. Fırtınadan yarı sağ çıkmış İstanbul, saatte 100 km hızdaki rüzgârla
dövülmüş yaralı bir çocuk gibi şimdi. Sahip çıkanı, koruyup kollayanı yok.
Dünden bugüne ne değişti diye sorarsanız, hava biraz serinledi, inşaat
tozları pis bir suyla yıkanmış oldu. Martılar öldü, yaralandı. Çatılar uçtu,
camlar parçalandı, yolları su bastı, sokaklar göle döndü, vapurlar kayalıklara
çarptı. Ağaçlar devrildi, arabaların camları kırıldı.
İnşaatlar devam edecek, koca binalar yükselecek mi? Evet.
Betonlar yığılmaya, ağaçlar kesilmeye devam edecek mi? Evet.
Alt yapısı doğal afetlere yetersiz ve hazırlıksız, güvenlik sistemleri
tedbirsiz mi? Evet.
Bizler çocuklarımızı doğal bir yaşam alanında büyütmeyi hayal etmiştik, bir
şantiye bölgesinde değil… Doğa bizden yana aslında bize karşı değil; sadece
kocaman ve acımasızca gerçekçi bir ayna tutuyor…
Olacaklardan habersiz öylece yaşıyoruz işte. Dünyamız küçücük gerçekten
de. Bazen çok ümitsizliğe kapılıyorum. Neden burada yaşıyoruz diyorum. Nereye
gitsek bilmiyorum.
Gitmenin, kaçmanın çözüm olacağına inanmıyorum. Yarım kalmış kalbi kırık
bir vatan sevdalısı, boynu bükük gurbetçi olmak? Ya da toprağına sahip çıkmak.
Her geçen gün bunun daha da zorlaştığını çaresizce görüyorum.
Doğayı katlettikçe doğa da bize kükreyecek. Yangınlarla, depremlerle,
seller ve fırtınalarla. “Ben sizden daha
güçlüyüm” diye bağıracak. Duymayacağız. O küçücük aklımızla küçücük
dünyamızda bildiğimizi okuyarak yaşayacağız.
Geçmiş olsun ama geçmiş olsun demekle de geçmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder