28 Temmuz 2017 Cuma

BEN SİZDEN DAHA GÜÇLÜYÜM

Son iki gündür hissettiğim sıkıntıyı bireysel olarak yorumlayıp aşmaya çalışmıştım önce. “Ne oluyorsun yine, otur kalk şükret haline!” diye kendime iyice de yüklenmiştim. İçimden bir ses, “İstanbul çok sıkıntılı… İstanbul’un hiç tadı yok. İstanbul çok sıkıntılı…” diyip duruyordu. Aslında böyle bir cümleyi net olarak duyuyor gibiydim desem yalan olmaz.
Bir anda başladı her şey. Gökyüzü kararıp geceye döndüğünde çok hazırlıksızdık. Uzun uzadıya anlatıp da hem tatsız dakikaları tekrarlamak hem de can sıkmak istemem. Sanki içimdeki sıkıntı bir mide bulantısının verdiği kaçınılmaz bunaltıya benziyormuş. Gökyüzü İstanbul’a kusup içini boşalttıktan sonra, sıkıntı da geçti ve yerini tamir edilmeyi bekleyen hasarlı bir mideye bıraktı. Yani İstanbul’ a…

Kara bulutlar, genişçe bir hortum, dövücü bir yağış, vurucu bir rüzgâr. Bundan çok daha ürkütücü bir doğa olayı aslında. Hava tahmincisi Eren Kısmet bunu Türkçe’de tam olarak karşılığı olmayan downburst olarak belirtmiş. “Aşağı yönlü hava patlaması” gibi bir anlamı olduğunu söylemiş.
Çeşitli patlamalara maruz kalması muhtemel, korunmasız İstanbulumuz…
Bir daha olmaması için ne yapılacak? Benzer doğal felaketlerin daha kolay atlatılabilmesi için hangi tedbirler alınacak?
İstanbul dayak atan bir annenin şamarını yemiş gibi şimdi. Hem ağlıyor hem de adam olmuyor. Fırtınadan yarı sağ çıkmış İstanbul, saatte 100 km hızdaki rüzgârla dövülmüş yaralı bir çocuk gibi şimdi. Sahip çıkanı, koruyup kollayanı yok.
Dünden bugüne ne değişti diye sorarsanız, hava biraz serinledi, inşaat tozları pis bir suyla yıkanmış oldu. Martılar öldü, yaralandı. Çatılar uçtu, camlar parçalandı, yolları su bastı, sokaklar göle döndü, vapurlar kayalıklara çarptı. Ağaçlar devrildi, arabaların camları kırıldı.
Kafalar değişti mi? Hayır.
İnşaatlar devam edecek, koca binalar yükselecek mi? Evet.

Betonlar yığılmaya, ağaçlar kesilmeye devam edecek mi? Evet.
Alt yapısı doğal afetlere yetersiz ve hazırlıksız, güvenlik sistemleri tedbirsiz mi? Evet.
Bizler çocuklarımızı doğal bir yaşam alanında büyütmeyi hayal etmiştik, bir şantiye bölgesinde değil… Doğa bizden yana aslında bize karşı değil; sadece kocaman ve acımasızca gerçekçi bir ayna tutuyor…
Olacaklardan habersiz öylece yaşıyoruz işte. Dünyamız küçücük gerçekten de. Bazen çok ümitsizliğe kapılıyorum. Neden burada yaşıyoruz diyorum. Nereye gitsek bilmiyorum.
Gitmenin, kaçmanın çözüm olacağına inanmıyorum. Yarım kalmış kalbi kırık bir vatan sevdalısı, boynu bükük gurbetçi olmak? Ya da toprağına sahip çıkmak. Her geçen gün bunun daha da zorlaştığını çaresizce görüyorum.
Doğayı katlettikçe doğa da bize kükreyecek. Yangınlarla, depremlerle, seller ve fırtınalarla. “Ben sizden daha güçlüyüm” diye bağıracak. Duymayacağız. O küçücük aklımızla küçücük dünyamızda bildiğimizi okuyarak yaşayacağız.
Geçmiş olsun ama geçmiş olsun demekle de geçmiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder