Anlattıklarında inanılması güç olan vahşet türlerinden biriydi. Dilsiz
olduğu için kendini savunamayacak, yardım isteyemeyecek güzel bir kadını sakat
bırakmaya benziyordu yapılan. Her şey olup bittikten sonra onun hakkını
arasanız ne olur ki? Kaybettiklerini geri verebilir misiniz? O güzelliği
yeniden yaratabilir misiniz?
Deniz kokusuna dağ yellerinin karıştığı bir cennete benzetirdim orayı. Akşam
yemeğinin üzerine yürüyüşlere çıkardık. Mis gibi kokardı hava… İçimize dolan
huzuru yaratan şeyin ne olduğunu çok düşünürdüm. Doğadan gelen ne varsa,
özünden kopup bize sunulduğu bakir haliyle güzeldi. Orada hayat, dağların
havasıyla içimize dolardı. Bazen yürürken elektrikler kesilirdi. O zaman
gökyüzünün yere yaklaştığını sanırdık. Yıldızlar gecenin lacivertinde o kadar
net, öyle parlak görünürdü ki... Onlara gözümüz takılır, bastığımız yere
bakamaz olurduk. “Bu gece çatıda yatalım”
derdik hevesle. Yıldızları üstümüze örtecekmiş gibi gelirdi gece. Sonra
elektrik gelirdi, vazgeçer yatağımıza dönerdik. Elektrik gidince fark ediliyor
aslında, hayatta gerçek ne kadar mutluluk varsa…
Dünyada cennete benzettiğimiz yerlerin, esas cennetten farkı, esas
cennetin insan eliyle bozulamayacak kadar kutsal ve korunaklı olmasıdır belki.
Umarım dünyada yaşadıklarımız gerçekten bir yansımadır. Buradaki haksızlıklar,
yersizlikler, yolsuzluklar gerçek değildir. Gerçek cennet, gerçekten hak
edenlerindir, umarım…
Önce uzaktan gördüm onu. Eski bir dost çok acı çektiğinde ona nasıl
yaklaşacağınızı bilememenin şaşkınlığıyla kalakaldım. Yanına hemen
yaklaşamadım. Gözlerimi kapayıp bir his yakalamaya çalıştım. Yine içimden
geleni yapacaktım.
Ona doğru yürüdüm. Heybetli gövdesine yakışmayan bir başı vardı. Dövülmüş,
saçları yolunmuş bir kadın gibiydi. Ya da erken yaşta başına vurula vurula aptal
edilmiş bir çocuk. İşkence görmekten beyni zarar görmüş bir hükümlü.
Birkaç adım kalmıştı aramızda. Duraksadım. Hıncımı, üzüntümü, öfkemi hala
sindiremiyordum. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Ona tüm şefkatimle sordum,
“Sana bunu nasıl yaptılar?
İyi ki ona verilen zamanın üzerinden bir süre geçmişti. Yoksa yanına
gidemezdim. Kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerimi kurulayıp derin bir nefes
aldım. Hastaları teselli ederken üzüntünüzü saklamanız beklenir. Saklamalıydım.
Gülümsemeye çalıştım. Yanına giderken güzel bir renk seçmiştim giymek için,
saçıma bir çiçek takmıştım. Ona moral olmalıydım görüntüm ve yaklaşımımla.
Özlemle, sevgiyle, içten gelen tüm hislerimle sarıldım kopuk boğazına.
Yine gözlerim dolacaktı, zor tuttum kendimi. Bu sefer içime akıttım yaşları. Darağacına
giden birinin boynuna sarılmak gibiydi inanın.
Tek suçu, bulunduğu, kök saldığı yerin konumuydu. Duygusuz, düşüncesiz,
ona el uzatmaya yetkisiz kişi tarafından kafası kesilmişti. Evinden baktığında
deniz manzarası görmesini engellediği için...
Bu cahilliğe, aptallığa ve korkusuzluğa duyduğum öfkeyi koyacak bir yer
bulamıyordum. Bir ağacı kesmenin cezası 13 bin TL. Paraca çok zengin olan bu
insanlar gidip bu meblağı ödedikten sonra mesele kapanmış. Boynunu vurduran
padişaha isyan edemeyen bir köle gibi kafasız kalıvermiş öyle, ağacın gövdesi.
Kimsesiz, yeşilsiz. Etrafı gölgesiz.
Denize bakarken kafası kopuk bir ağacı izlemek nasıl zevk verecekti ki bu
insan kılıklılara? Ben günlerce aylarca kendimi yedim. Gidip kapılarına
dayanmamı zor engellediler. Gitsem de bu şekilde bir yere varılamayacağını biliyordum. Yetkililer
bile 13 bin lirayla kapattıklarına göre mevzuyu…
“İyi tarafından bak” dedim
kendime. “Hadi, iyi tarafından.”
Eski dosta sıkıca sarıldıktan sonra geri adım atıp, “dur sana bir bakayım şöyle” denir ya… İşte öyle geri çekildim. Baktım
ki onun canını kendi keyfi için alanların inadına, üzerinde yeni yeni dallar
yeşeriyor.
Ondan tüm kalbimle özür diledim.
“Sana bunu yapanlarla aynı dünyada
yaşadığım için, onlara engel olamadığım ve seni koruyamadığım için affet beni…”
Bir bebeğin doğuşunun yarattığı umutlarla sevindim onun yeşeren dallarına.
Kötülüğün acımasızca dünyayı sarıyor olmasına rağmen iyiliklerin de azar azar doğmasına
şükrettim. Yaratan’ın sessiz ve çekimser kalıp bizi izlediği yönündeki fikrim,
o dalların yeşermesiyle duraksamaya geçiverdi. O’nun hesabı bizim tahminimizden çok başka
türlü olmalı…
Dünyadaki cennetimize göz dikenlerin, el uzatanların içindeki cehennemi
söndürecek bir şey bulunmalı yine de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder