25 Haziran 2012 Pazartesi

GÖBEKLER VE CROSSFIT


Zaman ilerledikçe her şeyin ilerlemesi değil midir normal olan ve beklenen? Dünya her anlamda gelişirken, insan beyninin gelişmek yerine gerilemesi bir tek bana mı abes geliyor? Bu işte bir terslik yok mu? Bilim, teknoloji, ekonomi, yapılar, araçlar her gün yeni birer tuğla ile zenginleşirken, insan dediğimiz varlık nereye doğru gidiyor? Kendine ve çevresine yararlı hale geleceğine zarar verip duruyor… En büyük zararı da kendisine en çok gerekli olan şeye, bedenine yapıyor…
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” demiş büyük Atatürk. Sağlam vücut kimde olur peki? Sadece sporcularda mı? Onların, mesleklerini icra ederken bir yandan da sağlıklı bir görüntüye sahip olmanın avantajını yakalayan şanslı kişiler olduklarını söyleyerek bu işten ve sorumluluğundan kaçmak ne kolay öyle…
Yan gelip yatmak ne kolay…
Etrafıma baktıkça göbekli oluşuyla sağlıksızlığını kanıtlarcasına dolaşan yetişkin ve çocuklar görüyorum. Hayretle izliyorum bir marifetmiş gibi karınlarını salarak ve kamburlarını iyice çıkararak yürüyüşlerini… Hiçbir çaba göstermeksizin yedikçe yemelerini, ne yediklerini bile bilmemelerini… Bile bile vücutlarına zarar vermelerini…
Hiçbir şey yapılamasa bile hareketli olmanın ne kadar faydalı olduğunu bilmeyen kaldı mı? Hadi okunmuyor, sağdan soldan bir kulak aşinalığı da mı oluşmadı? Beyinler uykuda belli ki… Ve kullanılmadıkça yosun tutuyor düşünceler, fikirler…
Otomatik pilottan ne zaman çıkılacağına ilişkin meraklar içerisindeyim.
Devir değişiyor, sporun tanımı bile değişiyor. Bu yazıyı yazma amacım ilk başlarda Crossfit’i tanıtmaktı. Ama insanımız o daha önceki derslerden o kadar geride kalmış, o kadar sınıfta kalmış bir halde ki, yeni konuya girmenin hiçbir anlamı yok gibi…
Yine de başlığı değiştirmeyebilirim. Çünkü insan ne kadar geri kalmış olsa da dünya değişiyor. Ve bu değişimden faydalanmak isteyen, öğrenme ve gelişme sensörleri açık bulunanlar var. Geridekileri de daha hızlı koşup buraya yetişmeye teşvik edecek birilerine ihtiyaç var.
Sağlıklı olma bilincini kaybedeli, daha doğrusu birileri bize bunu kaybettireli ve biz de buna izin vereli çok zaman oldu. Doğadan ve doğal olandan kopalı çok zaman oldu. Kim olduğumuzu da unutturacak az kaldı… Oysa herkes kendi aklına ve bedenine sahip çıkabilir. Ona iyi bakabilir, onu koruyabilir.
Şimdi size uçurumun iki kenarından bahsedeceğim.
Bir uçta, oturduğu yerden bile kalkmaya üşenen bir topluluk yaşıyor. Alışverişini bile ya internetten yapıyor ya da apartman görevlilerine yaptırıyor bunlar. Şuradan şuraya gitmeleri bile zor. Geçenlerde yedinci kattan aşağı inmek üzere asansör beklerken, son anda kaçırdık. Beşinci kattaki asansörü birinci kata çağırdılar. Ve birinci kattan sıfıra yani giriş katına indiler. Tek merdiven için… Hayret etmeye zaten alıştık ama bu türden bir tembelliğe şahit olmak asabı bozuyor…
Diğer bir uçta, sabahları nerdeyse güneşin doğuşuyla kalkıp herhangi bir spor yaparak güne başlayanlar. Mesleği sporla ilgili olsun ya da olmasın, sabahları saat yedi buçuk sekizde sporunu bitirip duşunu almış bir halde bir tweet yazanlara hayran kalıyorum. Güne dinç ve aklı başında başlamak öyle bir şey olsa gerek… Ve artık antrenmanlar biçim değiştiriyor. İmaj değiştiriyor.
Çoğu insanın ayaklarını sürüye sürüye kapalı spor salonlarına döktükleri parayı yakmamak için gitmelerinin modası çoktan geçti bile… Artık herhangi bir spor aleti olmadan vücudun gerçek performansını ortaya çıkarmayı sağlayan antrenmanlar yapılıyor. Crossfit gibi…
Henüz yaygınlaşmasa da konuyla ilgili herkesin bir aşinalığı var Crossfit’e… Kısa sürede, seri bir şekilde ve vücudu olabildiğince zorlayarak yapılan bu çalışma şekli belki herkese göre değil. Ama şunu da hatırlamak gerek, zorlanmıyorsanız gelişmiyor, geliştirmiyorsunuz demektir zaten.
Fiziksel gücün sınırlarını zorlamasının yanında, bu tarzın bir felsefesi var. Benim en çok ilgimi çeken yanı da bu… Yoğun ve sanki sıkıştırılmış bir program gibi uygulanan çalışma bittiğinde, kas ağrısı ya da acısından daha çok büyük bir işi başarmış olmanın, zorlu bir görevi tamamlayabilmiş olmanın manevi rahatlığının hissedilmesi… Aynı ortamda çalışanların beraberindeki kişilerin de zorlu antrenmanı bitirebilmelerini en az kendilerininki kadar istemeleri… Yani rekabet yerine birlik duygusu yaratıyor Crossfit… Sanki bir spor salonunda değil bir savaşın ortasındasınız ve hem kendiniz için hem de parçası olduğunuz bütün için savaşıyorsunuz. Konu ile ilgilenenler daha fazla bilgi için Türkiye’nin ilk Crossfit salonu olan Crossfit34’ ün web sitesini inceleyebilirler.
İşte bir yanda insanlar kendi sınırlarını zorlayıp kendilerini aşma noktasına gelirken diğer yanda büyük bir kesimin hala oturmakta olması üzücü gerçekten…
İstanbul, 2012 Avrupa Spor Başkenti seçildi. Günlük hayatın içinde insanları biraz daha hareketlendirmeyi amaçlayan etkinlikler ön plana çıkarılıyor. Hareket eden bir toplum olma yolunda kararlı adımlar atmaya çağırıyor herkesi… İsteyen için fırsat çok… Profesyonel olmaya da gerek yok, şu rahatlığın, şu bariz tembelliğin içinden sıyrılmak yeter aslında…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder