9 Haziran 2017 Cuma

GRİPİN

Hayat, her yerde hayat. Ağacın gölgesinde, kuşun kanat çırpışında, insanın kalp atışında, güneşin doğuşunda. Dışardan bakarsan, her şey canlı. Biraz yaklaşılınca insanın içini titretir. Bu kadar çok yaşayan ölü görülmemiştir. Sonra bir merak başlar;
Her yerde hayat canlı mı?
Gördüklerimiz gerçek mi?

Hey yazar hanım, edebi ve üstü kapalı söylemleri bırak! Açık açık söyle işte…

Ben söylerim de, anlayan az olur. Her gün, yeni bir hayal kırıklığına karşı yeni bir umut, başa baş giden bir yarış olmuş, şu gördüğümüz hayat.
Dilimde derin bir şarkı, ağzıma yapışıp kalmış sanki. Yüreğimden dilime akamayan sırların bin bir haline benzer.

Beni boş yere yorma
Derdim deniz, efkârım derya
Kelimeler yandı yanıyor hâlâ
Sende hiç ben kalmadıysa
Ömrümü al da git üstü kalsın

İyi ki birileri yazıyor da diğerleri ferahlıyor. Ya gariplerin içine attıkları hisler çaresiz, kötü yumrulara dönüşseydi? Daha çok hastalık olurdu. Biliyorum, zaten hiç de az değil.

Kapı tık tık etti o akşam. Karabaşlıklı kadındı gelen. Kocası olsa zili çalardı. Anladım zaten. Kadın kısmı daha ürkek ve daha hassas.
“Nasılsın abla?”
Yüzüme baktı ve çok düşündü. Ağzından zoraki bir “iyiyim” çıktı neyse ki. “Hiç iyi değilim” anlamına gelen bir “iyiyim”. “Sorma sakın” diyen bir “iyiyim”.
“Allah iyilik versin.”
Kara başörtüsünün içinde daha da bir dertli, daha bir ufalmış, çaresizleşmiş göründü gözüme. Derdi büyük biliyorum. Siyah giymemek lazım, derdini büyütüyor insanın. Tam tersine canlı renkler giymeli, dert sahibiyken.
“Kocan yok mu?”
“Yok, hastaneye gitti, Yasin Bey hasta ya”
Bilmiyordum. Ne desem, nasıl desem de bu kadını hiç üzmesem.
“Nesi var, hiç duymadık hay Allah”
Sustu kadın. Karardı yine. Küçüldü, yok oldu. Sanki kapıda kimse yok, ben de kendi kendime konuşuyorum.
Dili varmıyor belli söylemeye. Sorduğuma pişman oldum. Geçmiş olsun deyip geçiverseydim ya. Yüzüme baktı, elindeki poşeti hışırdattı. Sustu yine.
“Bizim kızın hastalığından...” diyiverdi.
Bu sefer susma sırası bende. Nasıl da akıl edemedim. İsmini telaffuz etmek istemiyor, kendince üstünü örtüyor ne yapsın. Suskunluk ne çok şey anlatır, ne çok şeyi belli eder.
“İnşallah iyi haberlerini alırız yakında.”
Benimki de züğürt tesellisi işte... Kadın poşeti sordu. Kapıyı ilk açtığımda vermiştim oysa.
“Verdim abla az önce…”
“Ay bende kafa mı kaldı! Haydi iyi akşamlar.”
Kadın bana da biraz hüzün bırakarak akşam karanlığında dertlerine doğru gitti. Yasin Bey’i düşündüm. Bize homurdandığı, hadsizce bizi tehdit ettiği günleri. Üzüldüm… Hasta oluşuna, dermansız oluşuna; onu bize yaptığı iyiliklerle değil verdiği huzursuzluklarla hatırlayacağımıza…
Yine de ona huzur diledim. İyileşsin de gelip bize yine homurdansın. Çokbilmiş karısı başındadır şimdi. Dır dır ediyordur. Adam belki de iyileşmekten çok ölmek istiyordur. O kadına çok bile dayanmış.
İnsan ne yaparsa kendine yapıyor. Bunu anlamak bazen çok sürüyor.
Hayat, canlı hayat böyle bir şey işte. Bir dolu dertli ama derdini saklamaya çalışan insan. Başka bir şey değil. Bir de onları düzeltmeye çalışanlar var. Azınlık işte… Azınlık çoğunluğa nasıl karşı gelir?
Hayatın gerçeği nedir size söyleyeyim, bugün kanlı canlı ayaktasınızdır yarın ise toprak. Bu yüzden dilediğiniz, mutlu olduğunuz gibi olmalı yaşamak.
Takıldı yine dilime. Dilime olmasa kulağıma çalınıyor. Eski bir hikâye bu şarkıyı bana hatırlatan. Belki bir gün anlatırım. Belki de biliyorsunuzdur…

Beni boş yere yorma
Derdim deniz, efkârım derya
Kelimeler yandı yanıyor hâlâ
Sende hiç ben kalmadıysa
Ömrümü al da git üstü kalsın

Bu arada müziğine, diline, yüreğine sağlık Gripin. Bana tercüman oldun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder