Hayat, her yerde
hayat. Ağacın gölgesinde, kuşun kanat çırpışında, insanın kalp atışında,
güneşin doğuşunda. Dışardan bakarsan, her şey canlı. Biraz yaklaşılınca insanın
içini titretir. Bu kadar çok yaşayan ölü görülmemiştir. Sonra bir merak başlar;
Her yerde hayat
canlı mı?
Gördüklerimiz
gerçek mi?
Hey yazar hanım, edebi ve üstü kapalı
söylemleri bırak! Açık açık söyle işte…
Ben söylerim de,
anlayan az olur. Her gün, yeni bir hayal kırıklığına karşı yeni bir umut, başa
baş giden bir yarış olmuş, şu gördüğümüz hayat.
Dilimde derin bir
şarkı, ağzıma yapışıp kalmış sanki. Yüreğimden dilime akamayan sırların bin bir
haline benzer.
Beni boş yere yorma
Derdim deniz, efkârım derya
Kelimeler yandı yanıyor hâlâ
Sende hiç ben kalmadıysa
Ömrümü al da git üstü kalsın
İyi ki birileri
yazıyor da diğerleri ferahlıyor. Ya gariplerin içine attıkları hisler çaresiz,
kötü yumrulara dönüşseydi? Daha çok hastalık olurdu. Biliyorum, zaten hiç de az
değil.
Kapı tık tık etti o akşam. Karabaşlıklı kadındı gelen. Kocası olsa zili
çalardı. Anladım zaten. Kadın kısmı daha ürkek ve daha hassas.
“Nasılsın abla?”
Yüzüme baktı ve çok düşündü. Ağzından zoraki bir “iyiyim” çıktı neyse ki. “Hiç
iyi değilim” anlamına gelen bir “iyiyim”.
“Sorma sakın” diyen bir “iyiyim”.
“Allah iyilik versin.”
Kara başörtüsünün içinde daha da bir dertli, daha bir ufalmış,
çaresizleşmiş göründü gözüme. Derdi büyük biliyorum. Siyah giymemek lazım, derdini
büyütüyor insanın. Tam tersine canlı renkler giymeli, dert sahibiyken.
“Kocan yok mu?”
“Yok, hastaneye gitti, Yasin Bey
hasta ya”
Bilmiyordum. Ne desem, nasıl desem de bu kadını hiç üzmesem.
“Nesi var, hiç duymadık hay Allah”
Sustu kadın. Karardı yine. Küçüldü, yok oldu. Sanki kapıda kimse yok, ben
de kendi kendime konuşuyorum.
Dili varmıyor belli söylemeye. Sorduğuma pişman oldum. Geçmiş olsun deyip
geçiverseydim ya. Yüzüme baktı, elindeki poşeti hışırdattı. Sustu yine.
“Bizim kızın hastalığından...” diyiverdi.
Bu sefer susma sırası bende. Nasıl da akıl edemedim. İsmini telaffuz
etmek istemiyor, kendince üstünü örtüyor ne yapsın. Suskunluk ne çok şey
anlatır, ne çok şeyi belli eder.
“İnşallah iyi haberlerini alırız
yakında.”
Benimki de züğürt tesellisi işte... Kadın poşeti sordu. Kapıyı ilk
açtığımda vermiştim oysa.
“Verdim abla az önce…”
“Ay bende kafa mı kaldı! Haydi iyi
akşamlar.”
Kadın bana da biraz hüzün bırakarak akşam karanlığında dertlerine doğru
gitti. Yasin Bey’i düşündüm. Bize homurdandığı, hadsizce bizi tehdit ettiği
günleri. Üzüldüm… Hasta oluşuna, dermansız oluşuna; onu bize yaptığı
iyiliklerle değil verdiği huzursuzluklarla hatırlayacağımıza…
Yine de ona huzur diledim. İyileşsin de gelip bize yine homurdansın. Çokbilmiş
karısı başındadır şimdi. Dır dır ediyordur. Adam belki de iyileşmekten çok ölmek
istiyordur. O kadına çok bile dayanmış.
İnsan ne yaparsa kendine yapıyor. Bunu anlamak bazen çok sürüyor.
Hayat, canlı hayat böyle bir şey işte. Bir dolu dertli ama derdini saklamaya
çalışan insan. Başka bir şey değil. Bir de onları düzeltmeye çalışanlar var. Azınlık
işte… Azınlık çoğunluğa nasıl karşı gelir?
Hayatın gerçeği nedir size söyleyeyim, bugün kanlı canlı ayaktasınızdır
yarın ise toprak. Bu yüzden dilediğiniz, mutlu olduğunuz gibi olmalı yaşamak.
Takıldı yine dilime. Dilime olmasa kulağıma çalınıyor. Eski bir hikâye bu
şarkıyı bana hatırlatan. Belki bir gün anlatırım. Belki de biliyorsunuzdur…
Beni boş yere yorma
Derdim deniz, efkârım derya
Kelimeler yandı yanıyor hâlâ
Sende hiç ben kalmadıysa
Ömrümü al da git üstü kalsın
Bu arada müziğine, diline, yüreğine sağlık Gripin. Bana tercüman oldun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder