Tek bir güne indirgenmiş özel günler, anlam ve önemini yitirmiştir bana
göre… Alışılagelmiş, âdet edinilmiş, bir şeyler beklenir olmuş, kutluyoruz
işte… Her gün, her an, “iyi ki”
diyerek, belki küçük bir hediyeyle süsleyerek her hangi bir özel günü, herhangi
bir sevgiyi - bir sürpriz tadında - kutlayabilmeliyiz bence… Çat kapı, emrivakiyle,
şaşırtarak, hiç beklenmedik şekil ve zamanlarda gösterebilmeliyiz hislerimizi… Yoksa
böyle, “… Günü” denince herkeste bir beklenti, zoraki kutlamalar olabiliyor
sanki… Sonra darılmalar, kırılmalar geliyor… Her gün, özeldir, bence… Ama yine
de güzel; hatırlanmanın, kutlanmanın, tebrik edilmenin her türlüsü güzeldir…
Öğretmenliğimin ilk yıllarıma gidiverdi bugün aklım. O zamanlar teknoloji bu
kadar ilerlememişti; akıllı telefonlar, profesyonel fotoğraf makineleri yoktu
her an elimizin altında… Hatta her yerde bilgisayar bile yoktu… Anılarımızın ne
kadar azını yakalayabilmişiz öğrencilerimle… Teknolojinin dozunda ve ayarında
kullanıldığında, ne kadar çok güzel şeyleri biriktirebilmemizi sağladığını şimdi anlıyorum.
Yaşanmışlıkların çoğunun fotoğrafı olmasa bile, kalbimdeki hisleri
tanımlayabiliyorum. Hisler bazen görüntülerden daha damgalıdır… Sabahın köründe evinden kopup gelivermiş mini mini
çocuklarımın kucağıma atılışını, sığınırcasına ve deli gibi bir coşkuyla sarılan
küçük gövdelerini, parmağımı tutmadan uykuya dalamayan masum ellerini nasıl
unutabilirim ki?
Gözleriyle ağızları soru sormaktan bıkmaz çocukların… Şimdi bir sınıfın
ya da bir okulun içinde olduğumdan daha geniş çapta bir öğretmenliğe
soyunuyorum. Ben hâlâ çocukların mutluluğu için çalışıp çabalıyor, anlaşılmaz
biçimde çırpınıyorum. Büyükleri, gerçek örneklerle ikna etmek için, en özel
duygu ve yaşantılarımı açma fedakârlığını göstermesem, amacıma ulaşabilir
miyim? Hiç sanmıyorum…
Yitip gitmiş çocuklukları, gözler önüne serip duygu sömürüsüne yatırmadan
hiçbir iş halledilemiyor ki… “Çocuktur,
geçer” diyorlar, geçmiyor…
Yazıp duruyorum. Bazen uykusuz, bazen yemeksiz, bazen duygusal açlıkla -
çoğu zaman trans halinde - söyleyemediklerimi yazıyorum. Ben öğretmenliğin en
zorunu yapıyorum…
İlk öğretmenlik yılımdan bir fotoğraf buluverdim bugün. Çocukların hepsi
yok bile içinde… Karne dağıttığım bir anda çekilmiş… Onu sosyal medyaya
açıverdim. Ama unutulmuş kadrolu öğretmenliğimi hatırlatmak, “Bakıııın, ben de öğretmenim, beni de kutlayın”
demek için değil… Bugün yaşananlara katılıp hissedilenleri paylaşabilmek için… Anılara
ve geleceğe dair planlarıma saygısızlık etmemek için… Çocukların tenine
dokunmadan da onların adına çalıştığımı göstermek için…
Atamı en çok andığım gün oldu bugün… Bir ulusa öğretmenlik etmek ( hem de
her konuda) ne büyük iş, ne zor görev! Ne çok sabretmiş, umut ve güç vermiş
insanlarına… Akılların almayacağı derecede değer vermiş… O’nun yolunda, O’nun
ışığında, bütün ışık kesicilere rağmen, içimizden yayılan bir hare ile
yürümenin gurunu yaşıyorum. Diğer yandan emeklerine yapılan nankörlüğü yok
edemeyişimizdeki beceriksizlik ve/veya talihsizlik, adına ne dersek diyelim, en
büyük utanç kaynağımdır.
“Sizin ülkenizde kızlar okula
gönderiliyor mu ki?” diyen bir dernek başkanına, yaşadığım şok ve üzüntüyü
gizlemek için içerden balon gibi şiştikçe şişerek ama göğsümü gere gere,
“Bakın, ben bir Türk kızıyım ve bu
sunuma Ankara Üniversitesi’nden geliyorum.” demek suretiyle kendimi örnek
gösterişimi kime borçluyum? Ve o kadına bu soruyu sorduran bilginin çıkışı kimlerden
kaynaklanıyor?
Kıymetli Türk kadını Türkan Saylan’ın dediği gibi,
“HER EĞİTİMLİ TÜRK KADINININ BU
CUMHURİYETE BORCU VAR…”
Unutulmasına asla müsaade edemeyeceğimiz değerlerimiz var!
İçi dolu olsun, göstermelik olmasın kutlamalar… Hakları ayaklar altında
kalmış öğretmenlere çiçek uzatılır mı?
Çok çalışmalıyız, pek çok işimiz var, belki ömrümüzün yetmeyeceği kadar…
Bugün hayatınızda tüm katkısı olan kişilere teşekkür etme zamanıdır. Her
kim size bir şey öğretmişse öğretmeniniz sayılır. Yaşı küçük, mevkisi düşük,
diploması yok belki… Ama öğretmek için bunlara her zaman gerek var mıdır
gerçekten?
Bugün, diplomalı ya da diplomasız, hayatta olan ve olmayan, tanıdığım ya
da tanımadığım tüm öğretmenlere sevgilerimi yolluyorum… Hakkınızı helal edin
öğretmenlerim.
Aydın bir Türk kadını, bir öğretmen, bir eğitimci, bir yazar, bir anne
adayı olarak, bu yazıyı okuyanlardan bir isteğim var. Bunun gerçekleşmesi benim
için en güzel Öğretmenler Günü hediyesi olacak…
Okumuş cahillerle boğuştuğumuz, kimi zaman hayvanların davranışlarını ve
hassasiyetini insanlarınkine tercih ettiğimiz, her anlamda yüzeysel yaşayıp
gittiğimiz şu karanlık dönemde; eğitimin, sevginin, değerlerin, hayatın ve
miras olarak bırakacaklarımızın bir “selfie”den
çok daha derin olduğunu öğretelim insanlara…
Sanal beğeni devrinin yarattığı eksiklikleri herkesin esas yalnızlığında
izliyorum (kendim de dâhil).
Mesela öyle mutlu olalım ki selfie çekmeyi unutalım bir gün…
Çocuklara öyle eğlenceli şeyler gösterelim ki teknoloji tuzaklarına kısılıp
kalmasınlar… Okumaktan anladığımız gösteriş entelektüelliği olmasın. Hayata
geçirdiğimiz hiçbir cümleyi öğrendik saymayalım.
Altındaki tek bir cümleyi dahi okumadan geçip “beğen” düğmesine basılan
milyonlarca resim var. Onlar bir bütün, lütfen anlayalım… Lütfen et ile kemiği
ayırmayalım birbirinden.
Az ve öz de olsa okuyalım ve mümkün olduğunca dinleyelim birbirimizi…
Doğa ana bizden yardım bekliyor… Onu duyalım mesela… Koşalım imdadına… Gerekirse
gövdemizi dayayalım, ağaç gövdelerine tıpkı o genç bedenler gibi… Gençlerin
hamurunda bu duyarlılık var, büyükler kendi eksiklerini kapatmak için
göstermelik fedakârlıklarla, onların içindeki duygu ve inancı öldürmesin…
OKU emri kutsaldır. Çağımızın gereklerini de ekleyip onu zenginleştirelim.
OKU, DÜŞÜN, ANLA, DİNLE, İRDELE, SEV, SAY, HİSSET, YAŞA…
Bu hediyeye kavuşmamın uzun süreceğini biliyorum. Öğretmenlik sabır demek
değil mi zaten?
Karanlıkta ışık olmak, büyük bir işlev ve hiç de kolay olmayan bir görev…
Öğretmenlerin aydınlığına saygıyla…
BERRAKCIM,YİNE DUYGULARINI ÇOK GÜZEL YANSITMIŞSIN....
YanıtlaSil