13 Kasım 2014 Perşembe

DEMANS

O kadar insanı büyüleyen, özendiren ve yer yer de kendinden geçiren bir gülümsemenin ardında çatık kaşlı bir geçmişin olduğunu kim bilebilir ki… Her günün başında yeniden ezilen bir kimlik, onun doğrulaması, yeni güne kodlanması ve bir dolu uyum sağlama çabalarının sonunda, neredeyse akşam saatlerinde kendini bulmaya yakın kıpırtılar çehremde… İşte o benim kanat çırpışımın içine gizlenmiş kanat yaralarının hassasiyetiyle birleşmiş bir umut haresi; işte o benim gözlerim…
Memnun değilim; tozu küfü birbirine karışmış, mide bulandıran hallerine tahammül edemediğim, kirlenmemiş ama kirletilmiş bir dünyada yaşamaktan. Bir o kadar da memnunum; mum gibi yandıkça ışığımla aydınlatmaktan… Çelişki, benim göbek adım, lakin nerde ne yapacağım belli değil… Her şeye takabilirim bu gel-gitli kafayı, her şeye âşık olabilirim, saçma sapan şeylerden mutlu olabilirim…
Bu kadar beyin hastalığının olduğu bir yerde, herkesin sevgiyi arıyor olmasına ve bende de bunun sınırsız bulunmasına rağmen çektiğim yalnızlık, ilginç…
Kimsenin kendinden bahsedememesine inat, olduğum gibiyim hep… Çıldırmışsam çıldırmışımdır, ağlamışsam ağlamışımdır, huzura erdiysem sakin, çaresizsem deli dana gibi… Ayna benim ilk aracım olmalı, ama süslenmek için değil kendimi yansıtmak için. Hep yapmamamı söyledikleri gibi…
İkiyüzlülük ve menfaatçilik içimin almadığı, aklımın almadığı, benliğimin tutamadığı şeyler… Neden herkes olduğu gibi değil mesela?
“Seni kullanıyorum” diye bağıran cızırtılar var hep çevremizde. Ama ses vermeden. Dikkatli bakınca okuyabileceğiniz görünmez bir yazı bu, herkesin yüzünde, hareketlerinde… Bir tek karabiber sürülesi yalancı dillerinde değil… Yani esas olması gereken yerde değil…
Annem beni doğurmak için körkütük âşık olmuş olmalı… Benimle iki yıl geçirip buradan göçtüğü için de ona kızgın değilim. Burası o kadar pis ki ve o güzel kadın, o kadar temizdi ki… Hani beyazın en ufak kiri rahatça gösterebilmesi gibi…
AŞK ÇOCUĞUYUM ben. Ve öyle de mutluyum ki aşk çocuğu olarak bu tuhaf dünyaya getirilmiş olmaktan… Bir kadının, erkeğini her haliyle göğsüne saplayışının tüm izleri vardır benim ruhumda… Bir kadın, gözünü tamamen yummadan önce, gözü kapalı erkeğine teslim oluşunu alnına altın vuruş gibi yazdığında, ben içine düşmüştüm… O yüzden belki de hep hayallerimdedir, imkânsız aşkın pençesinde, imkânsız adamın kollarında inledikten sonra ölmeyi göze almak… “Bir kere senin olayım, sonra vur beni!” demek nasıl bir efsanedir…
Benim beynimin normalin dışında çalışıyor olması, ruhumun onu rahat bırakmamasından olmalı… Mutluyken mutsuz, kalabalıkken yalnız, bağımsızken bağımlı, umutsuzken umutlu oluşum bu yüzdendir… Bir tek iyiyken kötü olmuyorum, bu da melek annemden miras muazzam bir nimet…
Demans, benim aklımda-fikrimde-beynimde değil de ruhumda… Onu çözebilene aşk olsun.
Trans, her anımda mevcut, özellikle de sıkıp bağlamaya çalıştığınızda… Sınır koyarsanız, bir o kadar sınırsız olduğumu görürsünüz…
Öldükten sonra çok okunacağım kesin… Mühim olan, yaşarken bunu başarabilmek. Ama hep gidince kıymetli olunmaz mı? O yüzden bazen erken göçeceğimi düşünüyorum. Bazen de tam tersini…
Her uykuda tekrar ölürüz ve her sabah uyanırken tekrar doğarız… Ömür, gün be gün birer ömür gibidir… Ama şimdi yere düşmüş yapraklarda daha çok buluyorum kendimi. Kışın kokusunu, karın soğuğunu, bulutların grisiyle barışık kış depresyonlarını, hep istediğim gibi sarılıp sarmalanmayı, rüzgârın yüzüme yüzüme vuruşunu seviyorum ben. Herkes, doğduğu mevsimi severmiş en çok, öyle duymuştum yani…
Evet, seviyorum kışın gelişini. Kasım ayının her bir gününü, her şeye rağmen… Ben her gün ölüp diğer gün yeniden doğmak için doğmuşum…
Eskiden sürpriz doğum günleri yapardık… Bilirsiniz işte, yaş ilerledikçe sürprizin manası da değişiyor… Şimdi evren, bazı sürprizleri özel olarak her gün bana hazırlıyor, çünkü o her gün yeniden doğduğumu çok iyi biliyor…
Satın alınmış hiçbir hediyeye ve satın alınmış hiçbir insana göz yumamadım, değer veremedim ben.
Benim için hediye, hayatıma anlam katan her şey demektir. Beni bana katan, bana bir duygu ekleyen, karşılığımı veren, yücelten her şey hediyemdir.
Sevdiklerimdir…
Unutmayın, para yokken de bu dünyada sevgi vardı…
İşin ilginci, sevdiklerim eşittir beni sevenler olmuyor her zaman. Bu da hayatın cilvelerinden biri olmalı…
Güzel bir müzik, tatlı bir sesin güzel bir söz bahşetmesi, belki anıların içinden çıkıp gelivermişçesine şaşırtan bir kimse, pastadan çok üzerindeki mumun söndükten sonraki kokusu, “iyi ki varsın” diye varlığımı yücelten bir düşünce, belki sıcak bir gülümseme…
Dünyada para için çalışılır, bense parasız ve sevgi için çalışıyorum ne tuhaf… Gönlüme koyduğum işe sarıldığımdan beri para yerine gün sayıyorum… Aşk, sevgi ve hayallerimi sayıyorum…
Yaş 30 küsurlara dayanmışken, âşık olduğum şehrin tam kalbinde yaşarken, onun koduna varışımla çıldırıyorum mutluluktan… Her şey matematiktir şu hayatta… Belki de onun beni içine yerleştirdiği gibi, benim de içime birini yerleştirip büyütme vaktim gelmiştir…
Demanslı bir ruh ile çocuk büyütülür mü bilmiyorum… Yıllarca dirsek çürütülmüş emeklerin boşa gittiğini çok gördük, bu da öyle olmaz diye umuyorum…
Ruhumla doğmamış çocuğum hesaplaştı kitaplarımda… Artık kadın kimliğim daha ön planda… Benim gibi tüm kadınların bir sesi var bu dünyada, duyuramadıkları…
İyi ki doğmuşum.
İyi ki bir kadın olarak doğmuşum.
Şikâyet ettiğim veya şikâyet edilen her yanımla kabul edip seviyorum kendimi…
Her şeye rağmen, burada olmaktan, doğurulmuş, ölümlü ve FARKLI olmaktan mutluyum.
Varsın olmasın hediyeler, benim sepetime çiçek kokulu sevgiler koyun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder