O kadar insanı büyüleyen, özendiren ve yer yer de kendinden geçiren bir
gülümsemenin ardında çatık kaşlı bir geçmişin olduğunu kim bilebilir ki… Her
günün başında yeniden ezilen bir kimlik, onun doğrulaması, yeni güne kodlanması
ve bir dolu uyum sağlama çabalarının sonunda, neredeyse akşam saatlerinde
kendini bulmaya yakın kıpırtılar çehremde… İşte o benim kanat çırpışımın içine
gizlenmiş kanat yaralarının hassasiyetiyle birleşmiş bir umut haresi; işte o
benim gözlerim…
Memnun değilim; tozu küfü birbirine karışmış, mide bulandıran hallerine
tahammül edemediğim, kirlenmemiş ama kirletilmiş bir dünyada yaşamaktan. Bir o
kadar da memnunum; mum gibi yandıkça ışığımla aydınlatmaktan… Çelişki, benim
göbek adım, lakin nerde ne yapacağım belli değil… Her şeye takabilirim bu
gel-gitli kafayı, her şeye âşık olabilirim, saçma sapan şeylerden mutlu
olabilirim…
Bu kadar beyin hastalığının olduğu bir yerde, herkesin sevgiyi arıyor
olmasına ve bende de bunun sınırsız bulunmasına rağmen çektiğim yalnızlık,
ilginç…
Kimsenin kendinden bahsedememesine inat, olduğum gibiyim hep… Çıldırmışsam
çıldırmışımdır, ağlamışsam ağlamışımdır, huzura erdiysem sakin, çaresizsem deli
dana gibi… Ayna benim ilk aracım olmalı, ama süslenmek için değil kendimi
yansıtmak için. Hep yapmamamı söyledikleri gibi…
İkiyüzlülük ve menfaatçilik içimin almadığı, aklımın almadığı, benliğimin
tutamadığı şeyler… Neden herkes olduğu gibi değil mesela?
“Seni kullanıyorum” diye
bağıran cızırtılar var hep çevremizde. Ama ses vermeden. Dikkatli bakınca
okuyabileceğiniz görünmez bir yazı bu, herkesin yüzünde, hareketlerinde… Bir
tek karabiber sürülesi yalancı dillerinde değil… Yani esas olması gereken yerde
değil…
Annem beni doğurmak için körkütük âşık olmuş olmalı… Benimle iki yıl
geçirip buradan göçtüğü için de ona kızgın değilim. Burası o kadar pis ki ve o
güzel kadın, o kadar temizdi ki… Hani beyazın en ufak kiri rahatça
gösterebilmesi gibi…
AŞK ÇOCUĞUYUM ben. Ve öyle de mutluyum ki aşk çocuğu olarak bu tuhaf
dünyaya getirilmiş olmaktan… Bir kadının, erkeğini her haliyle göğsüne
saplayışının tüm izleri vardır benim ruhumda… Bir kadın, gözünü tamamen
yummadan önce, gözü kapalı erkeğine teslim oluşunu alnına altın vuruş gibi
yazdığında, ben içine düşmüştüm… O yüzden belki de hep hayallerimdedir, imkânsız
aşkın pençesinde, imkânsız adamın kollarında inledikten sonra ölmeyi göze
almak… “Bir kere senin olayım, sonra vur
beni!” demek nasıl bir efsanedir…
Benim beynimin normalin dışında çalışıyor olması, ruhumun onu rahat
bırakmamasından olmalı… Mutluyken mutsuz, kalabalıkken yalnız, bağımsızken
bağımlı, umutsuzken umutlu oluşum bu yüzdendir… Bir tek iyiyken kötü olmuyorum,
bu da melek annemden miras muazzam bir nimet…
Demans, benim aklımda-fikrimde-beynimde değil de ruhumda… Onu çözebilene
aşk olsun.
Trans, her anımda mevcut, özellikle de sıkıp bağlamaya çalıştığınızda… Sınır
koyarsanız, bir o kadar sınırsız olduğumu görürsünüz…
Öldükten sonra çok okunacağım kesin… Mühim olan, yaşarken bunu
başarabilmek. Ama hep gidince kıymetli olunmaz mı? O yüzden bazen erken göçeceğimi
düşünüyorum. Bazen de tam tersini…
Her uykuda tekrar ölürüz ve her sabah uyanırken tekrar doğarız… Ömür, gün
be gün birer ömür gibidir… Ama şimdi yere düşmüş yapraklarda daha çok buluyorum
kendimi. Kışın kokusunu, karın soğuğunu, bulutların grisiyle barışık kış
depresyonlarını, hep istediğim gibi sarılıp sarmalanmayı, rüzgârın yüzüme
yüzüme vuruşunu seviyorum ben. Herkes, doğduğu mevsimi severmiş en çok, öyle
duymuştum yani…
Evet, seviyorum kışın gelişini. Kasım ayının her bir gününü, her şeye
rağmen… Ben her gün ölüp diğer gün yeniden doğmak için doğmuşum…
Eskiden sürpriz doğum günleri yapardık… Bilirsiniz işte, yaş ilerledikçe
sürprizin manası da değişiyor… Şimdi evren, bazı sürprizleri özel olarak her
gün bana hazırlıyor, çünkü o her gün yeniden doğduğumu çok iyi biliyor…
Satın alınmış hiçbir hediyeye ve satın alınmış hiçbir insana göz yumamadım,
değer veremedim ben.
Benim için hediye, hayatıma anlam katan her şey demektir. Beni bana
katan, bana bir duygu ekleyen, karşılığımı veren, yücelten her şey hediyemdir.
Sevdiklerimdir…
Unutmayın, para yokken de bu dünyada sevgi vardı…
İşin ilginci, sevdiklerim eşittir beni sevenler olmuyor her zaman. Bu da
hayatın cilvelerinden biri olmalı…
Güzel bir müzik, tatlı bir sesin güzel bir söz bahşetmesi, belki anıların
içinden çıkıp gelivermişçesine şaşırtan bir kimse, pastadan çok üzerindeki
mumun söndükten sonraki kokusu, “iyi ki varsın”
diye varlığımı yücelten bir düşünce, belki sıcak bir gülümseme…
Dünyada para için çalışılır, bense parasız ve sevgi için çalışıyorum ne
tuhaf… Gönlüme koyduğum işe sarıldığımdan beri para yerine gün sayıyorum… Aşk,
sevgi ve hayallerimi sayıyorum…
Yaş 30 küsurlara dayanmışken, âşık olduğum şehrin tam kalbinde yaşarken,
onun koduna varışımla çıldırıyorum mutluluktan… Her şey matematiktir şu
hayatta… Belki de onun beni içine yerleştirdiği gibi, benim de içime birini
yerleştirip büyütme vaktim gelmiştir…
Demanslı bir ruh ile çocuk büyütülür mü bilmiyorum… Yıllarca dirsek çürütülmüş
emeklerin boşa gittiğini çok gördük, bu da öyle olmaz diye umuyorum…
Ruhumla doğmamış çocuğum hesaplaştı kitaplarımda… Artık kadın kimliğim
daha ön planda… Benim gibi tüm kadınların bir sesi var bu dünyada,
duyuramadıkları…
İyi ki doğmuşum.
İyi ki bir kadın olarak doğmuşum.
Şikâyet ettiğim veya şikâyet edilen her yanımla kabul edip seviyorum
kendimi…
Her şeye rağmen, burada olmaktan, doğurulmuş, ölümlü ve FARKLI olmaktan
mutluyum.
Varsın olmasın hediyeler, benim sepetime çiçek kokulu sevgiler koyun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder