İyimser olmayı hiç bu kadar istediğimi hatırlamıyorum. Belki de sanata
bir kurtarıcıymışçasına tutunuşum bu yüzdendir. Aslında pek uzun zamandır ona sıkı
sıkı sarılmaya yelteniyormuşum da hep çekip elimden alıyorlarmış gibi… Sanat,
gençlik zamanlarımdan beri bana uzanan şefkatli bir el oluvermiş de haberim
yokmuş. Şimdi anlıyorum ki, öldürülmeye çalışılan her şey İNSANCA…
Kadın bedenim, çocuk doğurmaktan önce fikirler doğurmayı seçti; Rahimden
önce beyine bir cenin yerleştirdi. Onu kanıyla, canıyla, düşünce ve
duygularıyla besleyerek büyüttü. Dışarıda kıyamet gümbür gümbür koparken onun
üzerine titremek hiç de kolay değildi… Bin bir sancı, bitmek bilmeyen çileler çekildi.
Kararsızlıklar, umutsuzluklar, belirsizlikler sarsıyordu ortalığı. Neticede bu doğum
en iyi şartlarda gerçekleşmeliydi. Sonunda oldu…
İkinci bebek de geldi bu kirli dünyaya… Nasıl da korumaya çalıştım onu
kirli ellerden, kötü niyetlerden, kahpe silahlardan. Pek çokları, “anne ol” diyordu; ben zaten kendimi
bildim bileli bir annelik stajının içindeydim. Çokça çocuğum oldu benim,
bilemezlerdi…
Hastalıklardan, hastalıklı ruhlardan sıyrılmanın gayretiyle ömrün
ortalarına yaklaşırken tek istediğim, farklı yolları deneyerek mevcut olanın
ötesine gidebilmekti. Hem yürüdüm, hem vuruldum hem de doğurdum. Tıpkı ülkem,
toprağım, vatanım gibi…
Sabahlara kadar bitmeyen nöbetler, adalete ermeyen haksızlıklar, bir
çamur deryasında dibe batışı getiren iğrençlikler bünyemizi yıprattıysa da,
küllerinden doğmanın huzurunun yaklaştığını hissediyorum. Kimi izleri,
incelikle yerleştirilmiş ipuçlarını takip ettikçe birbiri ardına çıkıveren
parçaların, tek tek mucizevî şekilde sunuluşundan anlıyorum… Büyük güç en büyük
acıların ortasındayken bile hep devrede... Tek anlamadığım, neden bu kadar reva
içindedir aydınlık arayışlarımız? Ve yüce güç neden böylesine zor dersler verir
sınavları geçmek için?
Biliyorum, her şey darmadağın, umudumuzla hıncımız birbirine karıştı,
gözümüz yaşlı ve kanlıydı hep. Şimdi ufukta IŞIK var. Eğer onu büyütmek olumlu
fikir ve hareketlerimize bağlıysa, bunu seve seve yapacağız. Ve er geç KÖTÜ
kendi kendini yok edecek…
Önce şimdiye kadar doğmuş olanlar için hareket etmek vardı benim de kaderimde.
Bir yolunu buldum ve çok şükür ki gerisi geldi… Kendim de büyüdüm, bugün sayısı
ikiyi bulan fikir çocuklarımla birlikte…
Henüz gerçek olmamış biyolojik çocuğuma, bu pis dünyanın hesabını da
verdim… Yaşamın bir dengesi vardır, her kötülüğe karşılık bir iyilik verir. Ne
çok sevgi tattım bu süreçte, çeşit çeşit kırılgan, duyarlı ve akıllı insanla
tanıştım. Bahçemi rengârenk bir serüvene çeviren çeşit çeşit çiçeklerdir onlar…
Artık daha zenginim…
Önce İNSANım demiştim.
Sonra bir BİREY toplumda…
En nihayetinde KADIN…
Ve belki bir gün ANNE…
Sorgusu suali çok konuşulacak bu atılım çığ gibi büyüyor, bir farkındalık
benden dünyaya doğru yayılıyor…
KADIN ezildi; ÇOCUK çiğnendi; ERKEK yeri geldi suçlu, yeri geldi güçlü, bazen
sorumlu bazen de kurban oldu.
Kalemimden akıp gidenler, bu evrenin gerçeklerinden başka bir şey
değildir. Mürekkebe karışmış kan damlalarını sezinledikçe, yardımımın
dokunacağı insanlar tanıyorum… Tanımadıklarımla da sınır ötesinde buluşmaya
başladığımızı hissediyorum artık.
Doğum sancımın, Kadınlar Gününde bebeği kollarıma almayı yetiştirecek
şekilde gelmesi, tesadüf değil. Annemin öldüğü, benim doğurduğum gün. Kadınlar
Günü, hem ak hem kara hem kızıl renk… Her şeyin bir arada ve üst üste gelişi
çok manidar…
9. Uluslararası MarmarİST Kadın ve Sanat Festivali’nde yeni bebeğimle
hayata “merhaba” deyişimiz de tesadüf
değil. Ayrı ayrı yüreklerden dökülüvermiş dokunuşların, bin bir emeğin
sergilendiği, yüreklerin ve hüzünlere karışmış umutların birleştiği yerde sardım
başıma KIRMIZI
KURDELEMİ… Benim için bir anlamda ödül
töreni gibi oldu bu festival...
Sanat, sevgi ve insan birbirinden ayrı düşünülemez ki… Doğru yerdeydim. MAVİ KİTAP
ile geleceğe doğru mavi yolculuk da böylece başlamış oldu. Umutlu yarınlar da
ancak böyle günlerde umulabilir zaten…
Kar-kış, soğuk demeden on gün boyunca mesken tuttuğumuz deniz manzaralı
sanat galerisinde kenetlenme şansına erişmiş olmak büyük bir şanstı. Çok özel
bir duyguydu… Bebeğim için güzel bir başlangıç, benim için bir onur, İstanbulumuz
için büyük bir kazanç, sanat için besleyici bir süreç oldu… Yetmedi ama gerisi
gelecek nasıl olsa… Şehrin hır gür içinde süregelen keşmekeşinden nasibini
almış İstanbullunun derdi başını aşmışken, biz çelik gibi irademizle orada
nöbet tutar gibiydik…
Organizasyonun koordinatörlüğünü üstlenmiş olan sanat gönüllüsü Sevgili
Umur Özlüer’in açılış kokteylindeki konuşmasını sonlandıran cümle, benim için o
geceye ve festivale damgasını vurdu;
“Sanat anlayan içindir!”
İYİLİ-KÖTÜLÜ toplumumuza bir ders niteliğindeydi bana kalırsa…
Ve anlamayana anlatmak da bizim görevimiz galiba…
Bitmeyecek, ucu bucağı olmayan bir görev üstlenmişiz üç kuruşa. Hadi
bakalım kazamız mübarek olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder