İnsanı, çocukluğunun derin yaralarına doğru bir yolculuğa çıkmaya iten
sanatsal dokunuşlar vardır. Geçmişin yerle bir olmuşluğuyla, iç dünyaların dipsiz
kuyularıyla, ruh doktorları bu kadar ilgilenmez de sanatçılar ilgilenir.
Sanatçı, toplumun aynasında çıplak kalmaya yemin etmiştir bir kere… İnsanı,
insanlığı, gayet insanca olan acıyı, bir yolunu bulup yansıtacaktır. Can
havliyle, kurşuna tutularak, yüzüne tükürülerek, ezilerek ama YÜREKLİCE…
Çocukluğumun derin yaralarına doğru gittim ben de, bir ÖYKÜ SAHNESİ’nde… Derin
ve karanlık koridorlardan titreyerek geçtim; naz niyaz edemeden horlandığım,
susturulduğum ve cayır cayır yandığım kayıp yıllarıma uzandım. Kalbimin en
RUTUBETli köşelerine kadar sürdü yolculuklar, köşe bucak kurcalamalar… Hepimizin
bir şekilde yaralı, acılı ve yamalı oluşunu kaç kişi önemseyip de dile
getirebiliyor?
Esas sorumlular susarken, savunma mekanizmalarına sarılırken, suç ve
günahlarını reddederken; birkaç YÜREKLİ ADAM çıkıyor; gördüklerine duyarsız ve kayıtsız
kalamıyor; yazıp yönetiyor, oynatıp izletiyor…

Çağımızın yalnızlıkları, geçmiş yılların örselenmiş hayallerine,
karalanmış masumiyetlere, üzerine beton dökülmüş pisliklere sebep olan
yetişkinlere dayanıyor. Oysa elinden tutulması gerekenler, tertemiz çocuklardı…
Onlar gözü kapalı harcandı ve harcanmaya devam ediyor. Daha çok da bilgili,
donanımlı, diplomalı kişiler tarafından… Etten kemikten bağlı olduklarımızca en
çok acıtıldığımız gibi… Sözde iyiliğini ister insan sevdiklerinin. En büyük
dert, el âleme karşı ne gösterimde olunacağıdır bizim toplumda…
Sanki bir VİP salonunda kişiye özel olarak sunulan, öyle samimi ve nefes
kadar yakın, gerçek hayatın ta kendisidir RUTUBET… Sayılara, ölçülere,
hesaplara dayanmayan bir birleşimin söz konusu olduğunu daha ilk dakikalardan
hissedersiniz. O sandalyeye bir kere oturdunuz mu, artık izleyen değil, yaşayan
olursunuz. Eleştiren değil paylaşan; unutan değil gözyaşını birleştiren;
bağlantıya geçmeye uğraşan değil empatiyle doğrudan bağlanan, bağdaş kuran, dua
eden, nefesini tutan, başını öne eğen ve sorgulayansınızdır artık…

Gerçeklerle sıvanmış karakterlerin rol yapmakta olduğuna kim inanabilir
ki… Birileri çimdik atsa da geçmeyecek bir değişmezliği takip edersiniz. Onlarla burun buruna olmak, dışarı çıkar çıkmaz gidip boynuna sarılmaya itiverir
insanı… “Tamam, geçti” diye teselliye vurmayı istediğiniz, omzunuza yaslanmaya çağırdığınız,
kıyamadığınız, bir anne şefkatiyle sarmalamaya yeltendiğiniz şey, o karakterin
yaşadığı değil; sizin kendi geçmişinizle yüzleşmenizden doğan bir mucize
anıdır. İşte sanatın gerçek başarısı da budur; insanı içine alıverip kendi özüne
döndürmesi…
İSTANBUL gerçeği, bir tiyatro sahnesine ancak bu kadar sığdırılabilir, tüm
renkler, dokular ve dokunuşlar yakınımıza ancak bu kadar getirilebilirdi. Küçük
örneklem, büyük başarı… İnanılır gibi değil…
Bitişine üzüldüğüm, tüm acılı içeriğine rağmen seyretmeye doyamadığım,
büyük ödüllere layık gördüğüm bir ESER bu… Bu muazzam oyunu, bir film gibi
izledim. Ve hatta bununla da kalmayıp içinde yer aldım…
Bir gün mutlaka filmi çekilmeli diye düşüne düşüne akşamı ettim.
Yönetmen de benimle aynı fikirdeymiş meğer… Şimdiden ilk sinema biletiniz
satıldı sayın yönetmen. Umarım duyarlılığınız, beceriniz ve fikir berraklığınız
hak ettiği değeri görsün. Bu kirli düzende zor veya uzakmış gibi görünse bile
ben inanıyorum. Bırakın ülkemizi, tüm dünyada izlenmeli…

Yeri gelir insan, bir eşyanın rutubetini tercih eder bir insanın vuracağı
darbelere…
Yeri gelir kir, pas, koku ve pıhtılaşma daha temiz olur İNSAN denilen o mahlûkattan…
Ve nerede huzur bulduysak orası mabedimizdir…
Savunmasızlığı kötekleyen kirli ellerin hain planlarından kaçabildiğimiz
noktada aklarız geleceğimizi, ben bunu bire bir yaşamış biri olarak da
biliyorum, bir eğitimci olarak da…
Bu hassas ve kırılgan noktaları bu kadar itinayla, insan tarafından,
kadın gözünden, erkek yüreğinden, duygu perspektifinden anlattığınız için
binlerce teşekkürler.
Topluma sizin gibi sanat ustaları, öncüleri ve üstatları lazım. Hem de
acilen…
Kadıköy’de ne cevherler yaşıyor…
Ben bir daha izleyeceğim (pardon bire bir yaşamaya geleceğim oyununuzu).
İmzanızı attığınız tüm eserleri sunuşunuzda şahsen bulunacağım.
Emeğinize saygı, birikiminize değer, sergilediklerinize alkış boynumuzun
borcudur…
İzlemeyen (deneyimlemeyen) kalmasın.
OYUN: RUTUBET
YAZAN ve YÖNETEN: Sertaç AYVAZ

YER : ÖYKÜ SAHNE ( Bahariye/ KADIKÖY)
Rutubet;
Küflenmiş ruhların temyiz noktası.
Kalemime değdiyse vardı insanca bir tarafı… Sadece gönlümden akanlar
dökülür kalemime diyorum. “Öylesi daha
değerli, daha makbul” diye cevaplıyor güzel insan.
RUTUBET, aslında GUDUBETlerin yüreğimizde açtığı yaraların bir tesellisi…
Dehlizlerin sonundaki ışık,
Bir paylaşım; bir parçamız, bir gerçeğimiz,
Hepimizin içinde olduğu oyunun bir kısmı sadece…
http://www.oykusahne.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder