Son günlerde bastıran sert hava dalgası, dondurucu değil diriltici geliyor
bana. Bedenen, zihnen ve ruhen kendine gelmenin bir yolu, düşen derecelerle
barış imzalayıp yapılabilecekler listesinde göz gezdirmek. Takvimde önceden işaretlediğim
bir etkinliğe katılmaya kendimi hazırlamışken; titreten rüzgâr, ihtimaller dâhilindeki
yağış, buz kestiren ayaz, akşam akşam dışarı çıkmama engel olamazdı. Zaten soğuk
kış akşamlarını ısıtan güzelliklerden biridir sanat…
7. Kadıköy Kitap Günleri’nde kitabımı imzaladığım bir hanımefendinin hoş
sohbetinin, beni böyle güzel bir sanat gecesine taşıyacağını nerden
bilebilirdim ki…
Sarı saçları, başının üzerine kıvrılıvermiş bir ipek yumağına benzettiğim
topuzu, ince zarif bedeni, kadifemsi sesiyle konuşmaları, bana tek bir şey
düşündürüyordu. Bunu da kendisine hemen söylemiştim.
“Sizde bir assolist havası var”
Ferda Hanım, şaşkınlığını bastıran bir hoşnutlukla gülümsemiş; mütevazılığı
elden bırakmadan, aslında bir musiki grubunda yer aldığını, yakında bir
konserleri olacağını söylemişti. Tam üstüne basmıştım anlaşılan… Onu izlemeye
gidersem çok sevineceğini belirtince, not defterime konser gününü kaydetmiştim.
Yaklaşık bir aylık bir zaman, kısalan ömrümüze acımadan su gibi geçip giderken
bir de baktım konser günü gelip çattı. Ferda Hanım belki de beni
hatırlamayacaktı ama ben yine de sözümde duracak, acil bir işim çıkmazsa onu
dinlemeye gidecektim.
İstanbul gibi trafik ve kalabalıktan nefesi kesilmiş bir şehirde, hafta içi
saat 20.00’
de etkinlik başlatmak akıl kârı mıdır? Koştura koştura konser salonunun kapısına
ulaştık ulaşmasına da, hiç de tahmin etmediğimiz bir durum vardı ortada…
İçerideki kalabalığın oluşturduğu izdihamdan dolayı, büyük salonun
kapısını açmak için zorlamak gerekti… Yüzlerce kişilik koca salondaki
koltukları bırakın bir kenara, merdivenler ve ayakta durulabilecek her yer
insan dolup taşmıştı. İğne atsan yere düşemeyecek gibiydi…
Zorlukla içeri girebildiğimizde, ayaktaki insanlardan dolayı sahneyi
görmenin mümkün olmadığını hayretle gördük. Türk Sanat Müziği ezgileri tatlı
tatlı etrafa yayılıyor ancak görüntü yok!
Beş on dakika sonra kalabalığa dayanamayarak dışarı çıkan birkaç kişiden açılan
yerlerden gıdım gıdım ilerleyerek ve zürafalar gibi yukarı uzana uzana sahneyi zorlukla
görebildim. Sahnede nerdeyse yüz kişilik bir grup var. Gözlerim Ferda Hanım’ı
arıyor… Erkekler en arkada tek bir sırada toplanmışlar. Türkuaz yeşili abiye
kıyafetleriyle bir örnek olmuş, bülbül gibi şakıyan kadınların sayısı, korodaki
erkeklerden daha fazla… Ferda Hanım’ı bir türlü göremedim. Benim bulunduğum
köşeden görünmeyen tarafta olduğunu tahmin ederek konserin yaklaşık yarısını
ayakta, uzanarak, ayaklarımın üstünde yükselerek; şekilden şekle girerek izlemekten
başka çarem kalmadı!
Konserin ortalarına doğru programa katılacak olan sürpriz ismi
bilmiyorduk tabi… Konuk sanatçı olarak gelen Ahmet Özhan, anlamlı bir konuşma
yaptı. Şarkılarını seslendirirken, aralarda gerek bestecilere, gerekse musiki
topluluklarının sanatı icra etmek ve sırtlarında taşımak adına üstlendikleri
misyona karşın duyduğu minneti dile getirirken üzerinden zarafet akıyordu… İçtenliğine
her türlü kefil olacağınız güzel dilekler tane tane dökülüyor ağzından, hoş
nameler ise yüreğinden…
“Sanatın bir dalıyla uğraşan kişinin,
sanatın her dalında hissesi vardır”
Ahmet Özhan’ın konuşmalarında beni
en çok etkileyen kısım bu cümlesi oldu. Ne kadar değişik, beklenmedik ve özel
bir yorumdu… Hemen kendime de pay çıkarıvermiştim. Ne demek istediğini tamamen
anlıyordum. Bu şekilde dile getirilmesi ancak üstatların işidir.
Şef Mithat Özyılmazel’in ayrı bir enerjiye sahip oluşu da, gecenin gözden
kaçırılamayacak güzelliklerinden biriydi. Sadece bir topluluğu yönetmiyordu;
notaları eliyle alıp gerekli yerlere taşıyordu sanki. Notalara dans ettirirken
kendisi de onlara eşlik ediyor, eğilip kalkıyor, zaman zaman playback yapar
gibi dudaklarını oynatıyor; bakışları, gülümsemesi ve elleriyle düşük enerjili
olanları yükseltiyordu. Orkestrayı ve sanatçıları resmen kucaklamaktı onun
yaptığı. O kadar pozitif, neşeli, kıpır kıpır nasıl olunabilir ki diyoruz… Sonra
cevabı hatırlıyoruz: TABİ Kİ SEVDİĞİN İŞİ YAPARAK…
Dolup taşan salondaki bu muazzam etkinliğin ücretsiz oluşuna takılıyor
aklımız. Sanatçıların kaderi midir gönül işi yapmak? Orada büyük bir emek var… Cüzi
bir miktar da olsa, biletler ücretli olsaydı keşke… Kimsenin ihtiyacı yoksa
bile, bir hayır kurumuna bağışlanırdı ne olacak ki… Emeğin karşılığını vermeye
alışmalıyız.
Kısa bir ara verildiğinde, izleyenlerden bir kısmının dışarı çıkışını
fırsat bilerek köşedeki merdivenlerde küçücük bir yer bulup çöküveriyoruz.
Oturanların çoğu yerlerini kaptırmamak pahasına kalkmıyor veya nöbetleşe kalkıp
geri geliyor. Olsun, yerde de olsa sonuna kadar dinleyeceğiz konseri. Konserin
sonuna doğru dizlerimde ve belimde oluşan ağrılar, döne kıvrıla oturmayı
zorlaştırsa da, buna, gecenin güzelliğinden dolayı severek katlanıyorum.
Konserin son bölümünde nihayet Ferda Hanım’ın solo sırası geliyor…
Sahnenin önüne - tüm izleyenlerin görebileceği yere - gelerek şarkısını
seslendirirken, onu izleyebiliyorum çok şükür… Sesi de kendisi gibi güzel ve
nadideymiş meğer… Büyüleyici bir manzara oluşuveriyor…
Beni bu geceye davet ederken öyle mütevazı bir üslup kullanmıştı ki bana
amatör bir çalışma olduğunu düşündürmüştü. Oysa Ahenk Musiki Topluluğu’nun görsel
ve işitsel sunum kalitesine, salonun dolup taşmasına bakılırsa hiç de öyle
değilmiş…
Ben de normalde pek tercih etmediğim ama bugün nedense giymeye karar
verdiğim türkuaz yeşili kıyafetime bakıp gülüyorum. Be hatun, sahnedeki
hanımların bu renk giyeceği içine mi doğdu da onlarla bir örnek giyindin?
Geceye uyumum şahane, kıyafetime kadar…
Alkıştan yıkılan salon, burada anlatmaya yetmeyecek pek çok sürprizle
devam ediyor ve nihayete erdiğinde, konuklar da geceyi sunanlar da mutlu…
Kalabalığa aldırmadan Ferda Hanım’ın yanına gitmenin yollarını düşünmeye
başlıyorum. Eşim, “biraz zor” gibilerinden hafifçe gülümsüyor. Beni davet
ettiği gün, Ferda Hanım’a “konserden
sonra solistleri görebilecek miyiz acaba” diye sorduğumda nasıl memnun olduğunu
hatırlayınca mutlaka onu bulmam gerektiğini aklımdan geçiriyorum.
Yeşil elbiseli sanatçılardan birini kalabalığın içinde görünce umutlanıp
başlıyorum onu aramaya… Birkaç kişiye soruyorum. Bir grubun fotoğrafını çektikten
sonra, sora sora nihayet giyinme odasının yerini öğrenip Ferda Hanım’ı
buluyorum.
Şaşırıyor yine… “Aklıma geldi ama
pek tahmin etmedim geleceğini” diyor. Ama not almıştım, çok da heveslenerek
geldim. Tebriklerimi sunuyorum, sarılıp resim çektiriyoruz. Ben onu bulana
kadar sahne kıyafetini çıkarmış bile… Olsun böyle de incecik, zarif ve güzel…
Söz vermek sadece yemin etmekle olmaz. Eğer ilginizi belli ettiyseniz ve
yüreğinize yerleştirdiyseniz o adrese gidiyorsunuz. Mesele galiba yüreğine
yerleştirmek kısmında... Bunu yapan pek az insan kalmış olmalı… İlle de
geleceğim demeseniz de, bir kere gördüğünüz birisinin özel davetine iştirakte
bulunmanız şaşırtıyor. Ne kadar üzücü aslında bunları düşünür duruma gelmemiz… Bu
algıyı bir nebze olsun kırabildiğimiz için mutluyum en çok da.
Sanat ısıtır insanın içini. Soğuk geceyi, taşlaşmış kalpleri… Güvensizlikleri
süpürüp sevgi rüzgârları estirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder