Biz bugünlerde paranoyaların içine düştük biraz. Şüphecileştik, güvensizleştik,
gece gündüz tetikte yaşar olduk. Bütün bunlar sırtımızdan vurulmaların sonucunda
olmuş olabilir. Ya gerildikçe geriliyor ya da gevşekliğin koynunda uyuyoruz.
Kimyalar bozuldu, dikkatler feci halde dağıldı. Öncelikler yer değiştirdiği
için allak bullak bir hallere düştük. Bu dönem başladı başlayalı ömrümüzden
ömür gitti…
Kayıplar çoğaldıkça can acımaz mı? Hem de çok acır… Kimin kimden bir parçasını
koparırcasına çalmaya hakkı olabilir ki? Ama HAK denen kavram, artık bir
sonraki dünyaya erteleyebildiğimiz bir beklentiden başka bir şey değil. Hatta
yakında sözlüklerden bile silebilirler… İçeriler çok soğuk, dışarılar kötülükle
kaynarken. Çok olgunmuş kuytulara sıkıştırılanlar, gık demediler.
Cepler şişkin, ağızlar kalabalık, yürekler çirkef. Yetmedi Allah’ın
cezası, doymak bilmedi yoldan çıkmışlar. Önce moralimizi, sonra ağzımızı, en
sonunda da asabımızı bozdular… Bir tek niyetimizi bozamadı niyeti bozuklar. Bir
sınavdaysak çoktan geçer notu kapmış olmalıyız, bu kadar çamur yağmurunun
altında kirlenmeden kalarak…
Bir kitap daha yollamaya karar verirsen Tanrım; lütfen tartışmaya ve
saptırmaya açık bırakma. Sert, keskin ve değiştirilemez olsun adaletin. Durumumuzu
insanların insafına bırakma… Ya İNSANı düzgün yaratamadın, ya da bu ŞEYTAN
gerçekten onun kanına sızmayı başardı... Lütfen ama lütfen kendi haline bırakma
insanoğlunu… Sözlüğünde NAMUS kavramı olmasın, kadınları kestiler kıtır kıtır… Erkekler
daha çok FAHİŞELİK yaptı ama ona ÇAPKINLIK dediler Tanrım, başıboş bırakma bizi
dünya denen bu çukurda…
Biz artık neyle avunacağımızı şaşırdık Tanrım. Bir gün kuyruğumuza
basanların hayvanlığıyla boğuşurken gücümüzün son damlasına kadar savaşıyoruz.
Savunmalar yapıyoruz dinlenmeyeceğini bile bile; sarılıyoruz birbirimize sanki diğerleri
anlayacaklar da örnek alacaklarmış gibi… Akıl ve mantıkla açıklayıp çürütmeye
çalışıyoruz saçma sapan ve dayanaksız menfaat öykülerini. Cehaletin bin bir
türlüsüyle boğuşuyoruz. Derken yorgun düşüyor, biraz dinlenmeye yelteniyoruz. Oysa
su uyur düşman uyumaz…
Bir gün savaşçıyız bir gün Pollyanna… Derken bakıyoruz ki hayatımız
geçiyor. İyi taraflarını arıyoruz başımıza gelenlerin. Bir plan çerçevesine
oturtmaya çalışıyoruz. Atalarımızı dinleyip DOĞRU durmaya karar veriyoruz, EĞRİnin
kendini belli edeceği günü bekliyoruz. Gelmiyor bir türlü… Zaten gelse de
doğrular görecek, eğriler bildiğini okuyacak yine. Merak ediyorum, bir yerde
müdahale edecek misin bunlara?
Yoksa tüm hesapları diğer tarafa mı bıraktın?
Bizi başımızın çaresine bakmaya mı terk ettin?
Bir gün ayaktayız ağlaya, bağıra, haykıra; bir gün suskun, miskin ve
gevşemiş. Mutlu olmadan tahammül etmek mümkün değil ki… Bize emanet ettiğin
bedenler bile infilak ediyor mutlu değilken…
Mutlu olmak, ya AYIP ya GÜNAH ya da YASAK artık insanlara… Haberin olsun!
Biz bir şeyleri fena halde karıştırdık Tanrım. Hayatımızdaki
dengesizlikleri çözemedik gitti… Rahat bırakmadılar ki, her şeyi istemekten
bıkmayanlar. Ne yapacaklarsa bütün insanlara bahşedilmiş nimetlerin hepsini
birden... Herkes “bir kişilik” yaşamayacak mıydı senin hesabına göre? Senin
evdeki hesabın bizim çarşıya uymadı Tanrım. Açlık duygusu sadece mide için
planlanmıştı ama gözler de bundan nasiplenince içinden çıkılmıyor… Mideyi günde
üç kere, ya da dünyanın bir ucunda üç günde bir doyurabiliyoruz ama gözlerin
açlığına yetişemiyoruz Tanrım.
Ya bir el at bu işlere, hakemliğe geç. Ya bir ateşkesi zorunlu kıl, aksi
halde yarın sabah kimse kalkamasın. Ya kıyametini kopar bitsin bu çile, gelsin
hesap günleri… Ya da acilen bir doktor yolla bize, manik depresif olduk Tanrım…
Ne zaman gülüp ne zaman ağlayacağımız hiç belli değil… Biz bu işin
içinden kendi imkânlarımızla çıkamayacağız galiba…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder