Seni unutmadık ama sana layık olabildik mi bilmiyorum. Seni kimsenin
unutamadığına da adım gibi eminim. Yoksa neden seni silmenin yollarını
arasınlar ki yana yakıla… Seni ve kazandırdıklarını dünya kabul etti de kendi
halkın göremedi ne yazık ki. Çünkü insanoğlunun nankörlüğü, elindekinin
kıymetini bilmesini engeller. Kaybetmeye başlayınca rahatsızlanmaya; hazinesi
tamamen yok olduğunda da deliler gibi çırpınmaya başlar. Ama artık çok geçtir…
Biz nerede hata yaptık diye sormayacağım çünkü görünen köy kılavuz
istemez. Başkalarına haksızlık yapıldığında, fazladan değer verildiğinde ya da
yanlış hareketlerine omuz silkildiğinde, aradan zaman geçse de gün gelir
bunların intikamını alır. Ama kendisine yapılandan çok daha acımasız, insanlık
dışı ve mantıktan uzak davranacaktır, çünkü cehaleti bunu gerektirir. Bugün
içinde olduğumuz durum tam da budur.
En çok üzüldüğüm de yüksek eğitimli tanıdıklarımın çıkıp da bana seninle
ilgili beynimizin yıkandığını söylemiş olmasıdır. Keşke herkesin beyni seninle
yıkansaydı…
Sen ileri görüşlülüğünle ve yüceliğinle uyarını yapmışsın çok önceden…
Neden bunu dikkate almayan, senin hallerine bürünerek sana benzediğini düşünen
adamların hatalarını genç yüreklerimizle bizler ödemek zorunda kalıyoruz? Neden
geleceğimizi tehlikeye atmak durumunda kalıyoruz? En nihayetinde elimizde bir
tane hayat var…
Neden büyüklerimiz düşünmedi bizi senin kadar? Senin gücün, aklın ve
insanüstü çabaların kaç yüzyılı kurtarmaya yetebilirdi ki? En nihayetinde bir
tanecik canın vardı…
Benim anladığım, senin zamanından beri değişmeyen tek şey; İyi işler
yapanların barındırılmadığı, yaptıklarının burnundan fitil fitil getirildiği
bir dünya düzeninde yaşamakta olduğumuz. Bazen fazla iyi olmak yerine, yoluna
çıkan densizlerin ağızlarına elinin tersiyle bir tane çarpmak gerekiyor… Ve
senin gibiler bunu yapınca adına diktatörlük deniyor… Yazık… Keşke her diktatör senin
kalitende olabilseydi…

Hani bize yakıştırmazsın biliyorum ama “al bizi yanına” diyesim geliyor, kızacağını
bile bile…
Ya kalk gel ya da birini gönder, bir işaret gönder desem duyar mısın
sesimi? Ne yapacağımızı nasıl yapacağımızı göster desem, “zaten gösterdim” diye
kızar mısın?
Yoksa bizler senin kadar cesur değil miyiz? Olamayacak mıyız?
Umutlarımı yitirdiğim noktada seni tekrar tekrar anlamaya gayret
gösteriyorum. En çok sevdiğim sözünü her an hatırlamaya çalışıyorum:
“BEN HAYATIMDA KARAMSARLIK NEDİR HİÇ BİLMEDİM”
Işıklar seninle olsun…
Yüreğimizde hissedileni nasıl söküp alabilirler ki?
Ölüm, hangi sevdiğimizi unutturmuş ki seni unuttursun?
En büyük şehrimizin en büyük kitap fuarının uzaklara taşınması, okumaya
ve öğrenmeye karşı durmanın şekillerinden biriydi bana göre… Gönlümüzce
gidemedik… Oysa merkezde olsaydı da her gün dolup taşırsaydık kitap kokan
alanları… Merkezde olsaydı metrolar (Avrupa kentlerinde olduğu gibi); ulaşım
derdi ortadan kalksaydı… Merkezde olsaydı SEVGİ; birbirini vuran öldüren
kalmasaydı… Yorgunluk ve stresle, hırsla ve rekabetle, hayat memat
meseleleriyle değil de güzel işlerle uğraşacak enerjisi kalsaydı insanların…
Fuarın bitiş günüyle Atam’ın ölüm gününün aynı güne denk gelmesinin
bizlere bir mesajı var. Nasıl ki onun ölümünü bir son olarak kabul etmiyorsak,
kitabın ve bilginin son gününü de etmeyebiliriz. Bitiş görünenleri
başlangıçlara dönüştürmek elimizde… Aydınlanmak ve aydınlatmak için nelere
ihtiyacımız olduğunu içsel olarak biliyoruz. Hayata geçirmek elimizde…
Yas tutmaya değil, ne pahasına olursa olsun dünyaya iyilik, doğruluk,
hak, adalet, özgürlük ve insanlık getirmeye ihtiyacımız var.
Birileri inciğimizi cıncığımızı gözetlerken, Atamız da göklerden bizi
izliyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder