Gittiğiniz yeri kendi havanızla doldurmak ve kendi gözlerinizle görmek o
kadar da zor değildir. Bir bilsek, neleri değiştirebileceğimizi… Bir farkına
varabilsek rahat ve şanslı taraflarımızın; sevebilsek, anlayabilsek daha
tanımadan karşımızdakini... Cehenneme benzetilen bir yer yerine cennet gibi
olanında yaşamanın ilk adımlarını atmış, bir beden siluetinin de ötesinde
olurduk…
Bir bankanın sabah saatlerindeyiz. Ding dong sesiyle ilerleyen sıra
numaraları, beklemekten sıkılmak yerine herhangi bir işle uğraşmayan (gazete
veya dergiye göz gezdirmek, kitap okumak, müzik dinlemek...) ve birbirinin
yüzüne bakıp duran sıkılgan müşteriler, sokağın köşesinden şöyle bir
uğrayıvermiş bir esnaf ile çene çalmakta olan güvenlik görevlisi gibi bilindik
görüntüler göze çarpmaktadır.
Geçenlerde sosyal medya sayfalarından birinde okuduğum şu sözü
hatırlayıveriyorum nedense; “Bankacılık,
dünyanın en berbat işidir: bütün gün para say dur, akşam olunca Bim’den yoğurt
al eve git”. Bu espriye hala bıyık altından gülüyorum ama her şakada bir
gerçek de vardır; bütün mesaini para ile haşır neşir olarak geçirip, esasında
kendi maaşına tabi olmak zor olsa gerek…
İşini bir an önce bitirip hemen gidivereceğini umduklarından paltolarını
çıkarmaya gerek görmemiş müşteriler, sıkılgan görüntülerine ve belirsiz
aralıklarla uflayıp puflamalarına rağmen sessiz ve uysalca sıralarını
beklemekteyken, içinde bulunduğu şartları algılayışının sıkıntı yaratacağı her
halinden belli olan orta yaşlardaki bir kadın ortamda farklılık yaratır…
Sırası geldiğinde açar ağzını yumar gözünü;
“Öffff, ne biçim bankasınız! Ayın birinden beri bir mesaj yollamadınız…
Kiracı parayı yatırmış haberim yok, kalktım geldim buraya… Bu ne biçim iş!”
Muhatabı olan banka görevlisi, dakikalar önce bir yudum bile alamadan
soğuyan çayını masasının diğer ucuna doğru biraz daha iterek bilgisayar
ekranına iyice yakınlaştıktan sonra müşterisine cevap verir ( daha doğrusu
cevaplamaya çalışır);
“Hemen bir kontrol ede -…”
“Kardeşim siz nasıl iş yapıyorsunuz, niye mesajı yollamıyorsunuz? Yüksek
tansiyonum var benim. Asabi hem de! Çıkmaması gerekiyordu ama çıktı işte. Öfff
nerden geldim bankanıza… Hasta ettiniz beni ya!”
Banka görevlisi renkten renge girerken bilgisayarına, telefonuna,
elindeki dosyalara sarılmış sorunu çözmenin yollarını aramaktadır artık. Ama
içten içe o an oradan kaçıp gitmeyi arzuladığına eminim.
Diğer müşteriler bükük dudaklar ve ilgili bakışlarla bu çığırtkan kadını
izlemektedir. Kadın kaba ve hoyrat sözlerle yarattığı etkinin verdiği güç ve
cesaretle devam eder;
“Ya ben bugün arasaydım kiracıyı ne olacaktı o zaman söylesene? Ne duruma
düşürdünüz beni yaa? Tansiyonum fırlıyor bir yandan! Sorun değil yani kapatırım
hesaplarımı bu bankadan olur biter, başka bankalarda da hesaplarım var benim,
size mi kaldım!”
Memnuniyetsizlik ve şikâyetle başlayan bağırma, tehdit ve aşağılamaya
dönüşmüştür bile. Banka görevlisi bu işin iflah olmasından ümidi kesmiş olsa da,
içinde bulunduğu dakikaları en zararsız şekilde atlatabilmenin yollarını
aramaktadır artık. İşini yapmasına veya konuşmasına müsaade yoktur, kadın onu
konuşturmamaktadır;
“Öfff! Ya arasaydım ya arasaydım kiracıyı, ne ayıp şey bu, nasıl bir
bankasınız, ne biçim iş yapıyorsunuz? Kapatırım hesabımı ona göre! Bak
tansiyonumu fırlattınız! Bir de kalktım geldim buralara, niye getirtiyorsunuz
ki beni…”
Bu kadın, işleminin sonuna kadar bağırıp çağırmış, etrafına olumsuzluk ve
öfke saçmış, vakti gelince de bankadan hışımla çekip gitmiştir. Geriye yine
sıkılgan ve bekleyişte müşteriler, moralleri dibe vurmuş banka çalışanları- en
çok da onunla muhatap olan- ve kirli bir enerji havada asılı kalmıştır.
Kadın, günümüz şanslı insanlarından olduğunun farkında değildir bir kere…
Kiralayıp da gelir elde ettiği evleri, bankada hesapları ve bunların hesabını
soracağı vakti ve söz hakkı vardır. Kilosu, giyimi ve orada geçirdiği
vaktin niteliğinden bir yerde çalışmadığı belli oluyor. Ama çalışmamak,
çalışana saygı duymaya engel değil ki…
İnternet veya telefonla hesaplarını takip edemeyecek kadar teknolojinin
gerisinde olması nedeniyle, bankadan gelecek bir mesajın peşinde mecburen. Ama
kalkıp da bir zahmet oraya gelivermek ona ne kaybettirmiş ki, bu kadar hışım
içinde olsun? Muhtemelen evine yakın bir şubede bir teyit yapmayı bu kadar zor
ve nalet bir şekilde yaşayıp yaşatmaya gerek var mı?
Bu bağırış çağırışları sırasında kiracısının günler önce parayı yatırmış
olmasını öğrendiğinde bir rahatlama ya da bir sevinç oluşmaz mı insanda? Biraz
şükür, biraz minnet gerek hayatta bence… Hala daha bağırmaya ve olumsuzluk
saçmaya devamsa, yazık gerçekten…
Olayı hep birlikte yaşayıp hissettiğimizden ve içimdeki güzel enerjiyi
biraz paylaşmak ve o kadının arkasında bıraktığı kirliliğin dağılmasına
yardımcı olmak istediğimden, banka görevlisinin yanına gidiyorum ve
“Üzülmeyin” diyorum. “Bu tür insanlar en çok kendilerine zarar veriyor.
Yanlışlık ya da eksiklik olabilir bazı işlemlerde, böyle mi söylenir? Onun
derdi kendiyle, sizinle değil…”
Yüzüme minnetle bakan bankacının gözleri doluyor.
“Herkes sizin gibi olsa…” diye cevap vererek iç geçiriyor.
“Bir gün olacak” diyorum ben de ona gülümseyerek.
Oradan çıkarken havada biraz sevgi, mutluluk, rahatlık ve umut
bırakıyorum. Her yerde yapmaya çalıştığım gibi… O kadar zor değil, hayatınıza
ve başkalarının hayatına güzellik katmak.
Sevgiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder