12 Şubat 2013 Salı

ONUN DERDİ KENDİYLE…


Gittiğiniz yeri kendi havanızla doldurmak ve kendi gözlerinizle görmek o kadar da zor değildir. Bir bilsek, neleri değiştirebileceğimizi… Bir farkına varabilsek rahat ve şanslı taraflarımızın; sevebilsek, anlayabilsek daha tanımadan karşımızdakini... Cehenneme benzetilen bir yer yerine cennet gibi olanında yaşamanın ilk adımlarını atmış, bir beden siluetinin de ötesinde olurduk…
Bir bankanın sabah saatlerindeyiz. Ding dong sesiyle ilerleyen sıra numaraları, beklemekten sıkılmak yerine herhangi bir işle uğraşmayan (gazete veya dergiye göz gezdirmek, kitap okumak, müzik dinlemek...) ve birbirinin yüzüne bakıp duran sıkılgan müşteriler, sokağın köşesinden şöyle bir uğrayıvermiş bir esnaf ile çene çalmakta olan güvenlik görevlisi gibi bilindik görüntüler göze çarpmaktadır.  
Geçenlerde sosyal medya sayfalarından birinde okuduğum şu sözü hatırlayıveriyorum nedense; “Bankacılık, dünyanın en berbat işidir: bütün gün para say dur, akşam olunca Bim’den yoğurt al eve git”. Bu espriye hala bıyık altından gülüyorum ama her şakada bir gerçek de vardır; bütün mesaini para ile haşır neşir olarak geçirip, esasında kendi maaşına tabi olmak zor olsa gerek…
İşini bir an önce bitirip hemen gidivereceğini umduklarından paltolarını çıkarmaya gerek görmemiş müşteriler, sıkılgan görüntülerine ve belirsiz aralıklarla uflayıp puflamalarına rağmen sessiz ve uysalca sıralarını beklemekteyken, içinde bulunduğu şartları algılayışının sıkıntı yaratacağı her halinden belli olan orta yaşlardaki bir kadın ortamda farklılık yaratır…
Sırası geldiğinde açar ağzını yumar gözünü;
“Öffff, ne biçim bankasınız! Ayın birinden beri bir mesaj yollamadınız… Kiracı parayı yatırmış haberim yok, kalktım geldim buraya… Bu ne biçim iş!”
Muhatabı olan banka görevlisi, dakikalar önce bir yudum bile alamadan soğuyan çayını masasının diğer ucuna doğru biraz daha iterek bilgisayar ekranına iyice yakınlaştıktan sonra müşterisine cevap verir ( daha doğrusu cevaplamaya çalışır);
“Hemen bir kontrol ede -…”
“Kardeşim siz nasıl iş yapıyorsunuz, niye mesajı yollamıyorsunuz? Yüksek tansiyonum var benim. Asabi hem de! Çıkmaması gerekiyordu ama çıktı işte. Öfff nerden geldim bankanıza… Hasta ettiniz beni ya!”
Banka görevlisi renkten renge girerken bilgisayarına, telefonuna, elindeki dosyalara sarılmış sorunu çözmenin yollarını aramaktadır artık. Ama içten içe o an oradan kaçıp gitmeyi arzuladığına eminim.
Diğer müşteriler bükük dudaklar ve ilgili bakışlarla bu çığırtkan kadını izlemektedir. Kadın kaba ve hoyrat sözlerle yarattığı etkinin verdiği güç ve cesaretle devam eder;
“Ya ben bugün arasaydım kiracıyı ne olacaktı o zaman söylesene? Ne duruma düşürdünüz beni yaa? Tansiyonum fırlıyor bir yandan! Sorun değil yani kapatırım hesaplarımı bu bankadan olur biter, başka bankalarda da hesaplarım var benim, size mi kaldım!”
Memnuniyetsizlik ve şikâyetle başlayan bağırma, tehdit ve aşağılamaya dönüşmüştür bile. Banka görevlisi bu işin iflah olmasından ümidi kesmiş olsa da, içinde bulunduğu dakikaları en zararsız şekilde atlatabilmenin yollarını aramaktadır artık. İşini yapmasına veya konuşmasına müsaade yoktur, kadın onu konuşturmamaktadır;
“Öfff! Ya arasaydım ya arasaydım kiracıyı, ne ayıp şey bu, nasıl bir bankasınız, ne biçim iş yapıyorsunuz? Kapatırım hesabımı ona göre! Bak tansiyonumu fırlattınız! Bir de kalktım geldim buralara, niye getirtiyorsunuz ki beni…”
Bu kadın, işleminin sonuna kadar bağırıp çağırmış, etrafına olumsuzluk ve öfke saçmış, vakti gelince de bankadan hışımla çekip gitmiştir. Geriye yine sıkılgan ve bekleyişte müşteriler, moralleri dibe vurmuş banka çalışanları- en çok da onunla muhatap olan- ve kirli bir enerji havada asılı kalmıştır.
Kadın, günümüz şanslı insanlarından olduğunun farkında değildir bir kere… Kiralayıp da gelir elde ettiği evleri, bankada hesapları ve bunların hesabını soracağı vakti ve söz hakkı vardır. Kilosu, giyimi ve orada geçirdiği vaktin niteliğinden bir yerde çalışmadığı belli oluyor. Ama çalışmamak, çalışana saygı duymaya engel değil ki…
İnternet veya telefonla hesaplarını takip edemeyecek kadar teknolojinin gerisinde olması nedeniyle, bankadan gelecek bir mesajın peşinde mecburen. Ama kalkıp da bir zahmet oraya gelivermek ona ne kaybettirmiş ki, bu kadar hışım içinde olsun? Muhtemelen evine yakın bir şubede bir teyit yapmayı bu kadar zor ve nalet bir şekilde yaşayıp yaşatmaya gerek var mı?
Bu bağırış çağırışları sırasında kiracısının günler önce parayı yatırmış olmasını öğrendiğinde bir rahatlama ya da bir sevinç oluşmaz mı insanda? Biraz şükür, biraz minnet gerek hayatta bence… Hala daha bağırmaya ve olumsuzluk saçmaya devamsa, yazık gerçekten…
Olayı hep birlikte yaşayıp hissettiğimizden ve içimdeki güzel enerjiyi biraz paylaşmak ve o kadının arkasında bıraktığı kirliliğin dağılmasına yardımcı olmak istediğimden, banka görevlisinin yanına gidiyorum ve
“Üzülmeyin” diyorum. “Bu tür insanlar en çok kendilerine zarar veriyor. Yanlışlık ya da eksiklik olabilir bazı işlemlerde, böyle mi söylenir? Onun derdi kendiyle, sizinle değil…”
Yüzüme minnetle bakan bankacının gözleri doluyor.
“Herkes sizin gibi olsa…” diye cevap vererek iç geçiriyor.
“Bir gün olacak” diyorum ben de ona gülümseyerek.
Oradan çıkarken havada biraz sevgi, mutluluk, rahatlık ve umut bırakıyorum. Her yerde yapmaya çalıştığım gibi… O kadar zor değil, hayatınıza ve başkalarının hayatına güzellik katmak.
Sevgiyle…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder