Aramıza katılacağını öğrendiğimizde on beş günlüktün. Bir nokta kadar
küçük… Malum, tıp ilerledi ve şartlar eskisine göre daha farklı artık. Ağlaya
ağlaya telefonlar açıldı ve haberin verildi. Bir kutlama yemeğinde, bütün aile
üyelerin buluştular. O akşam senin gelişini kutlarken sevmeye ve kucaklarını
sonuna kadar açmaya başladılar… Seni bekliyordu herkes, seni istiyordu; şanslı
bir varlıktın daha o günlerden itibaren…
Aynı gün, ben de uzun süredir beklediğim haberi almıştım ve sonra senin geleceğin
haberini… Sevinçler üst üste gelirken, ben de kucaklamaya alıştığım mucizelere
daha çok inanmıştım. Neyi istersen ve hissedersen hayat onu veriyordu. Annen ile
baban seni çok istemişlerdi… Çok sevmişlerdi seni de birbirlerini de…
Seni doğuran ana, sen içinde büyürken çok sıkıntılar çekti. Kendi sağlığı
da çok iyi değildi lakin evlat sevgisi onu iyileştirdi ve ona sabırlar verdi.
Sen, yıllar öncesinden beri onun dilindeydin zaten. Bana göre erkendi ama ona
göre zamanıysa, bir şey söylemek düşer miydi kimseye? Hele ki, seni içinde taşırken başka canlıları sevmekten ve onları şefkatle sarmalamaktan geri kalmayacak kadar pamuk yürekli bir anneyse...
Fikirlerim ve duygularım, sana bir kuzen doğurmaya cesaret etmemi
engelliyor. Ben hâlâ sorgular içinde ve farklı işler peşindeyim. Ama senin
varlığın bana da bir pırıltı ve güven verdi, biliyor musun? Annen sana bir
kardeş yapmayı planlasa bile, ben de bir çocuk doğurmaya daha farklı bakıyorum
sanki. Hem annenle babana, “Siz bir yapın da görelim, beğenirsek biz de
düşünürüz” deyişimizin içinde şakayla karışık bilmediğimiz bir gerçek vardır
belki…
Kumsalda kendi çocukları için sayıca fazladan kullandığı şemsiyelerin bir
tanesini bize vermekten gocunan kadınla senin için kavga edişimi hatırlıyorum.
Sen daha bir aylıktın ve ben kendime bile şaşırarak o kadına ciddiyetle sesimi
yükseltmiştim: “Sizinki çocuksa bizimki de çocuk, bir yardım ediverin!”.
Annenin vücut ısısı yüksekti ve güneşin altında şemsiyesizdi. Sen içindeydin,
ben savunmadaydım…
“Sen doğmadan…”, “sen doğduğunda…”, “sen şu kadarlıkken…” diye anlatacak
anılar biriktiriyoruz işte böyle… Diğer yandan sana kimin bakacağı, ne
yiyeceğin ve ne giyeceğin konulu tartışmalar ve belirsizlikler oluyor bazen.
Senin güzel yüzünü görünce herkes yumuşuyor, bir değişiveriyor. Tüm yakınların
farklı boyutta olduklarını söylüyorlar. Sarhoş gibi, hülyalar âleminde ya da
başında yıldızlar dönüyormuş gibi… Senin onlara verdiğin mutluluğu onlar da
sana verebilirler umarım. Senin isteyeceğin gibi…
İsmine karar verildiğinde eleştirenler olmuş. O kadar güzel ve nazenin
anlamlarının yanında “hastalık ismi” diyebilmelerini hayretle karşılıyorum.
Senin sağlığınla ilgili düşünülmüş bir tedbir girişimini düşündükleri için
anne-babanı tebrik etmeleri gerekirken yine eleştirenleri de anlamıyorum. Sen
kıymetlisin ve kıymetin etrafa savrulabilecek akılsızlıklara kurban edilmemeli…
Annenle babanı sevme şeklim bile senin gelişinle güçlendi. Sanki sen bir
hediyesin hepimize iyi gelen… Onları tek anlayamadığım noktanın, en çok da
seninle ilgili konularda uzmanlığıma güvenip de bana danışmadıkları konular
oluşuna bazen kırılsam da onlara kızmıyorum. Sevdiklerimi olduğu gibi kabullenme
çabalarıma ters düşerim yoksa…
Bu anlattıklarım dünyada hep vardı ve hep olacak. Ama sen yoktun ve artık
burada olman yeni bir başlangıca işarettir. Bu başlangıç hayırlı, uğurlu ve
kutlu olsun güzel miniğim.
Dünya güzelimiz…
Hoş geldin Sedef Bebeğimiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder