Aramızdan ayrılışının sekizinci yılındayız. Seni kaybettikten sonraki ilk
günlerde, sabahları uyanmak istemediğimi hatırlıyorum. Sonra gün be gün
sensizliğe alışmaya başladığımı… Hayatın devam ettiğini ama eskisi gibi
olmadığını… Bu sekiz yıl içinde seninle ilgili duygularımın inişli çıkışlı
olduğuna kanaat getirirken, aslında senin boşluğunu romatizma ağrılarına benzettiğimi
fark ediyorum. Normal günlerde belirti vermeyen ama nemli havalarda sızlamaya
başlayan yanımsın sanki. Şimdi gözlerim nemli… Kasım ayı geldi…
Son günlerde neden içimde kıpırdanmaya başladığını merak ediyordum. Rüyalarıma
girdiğini, kokunun burnuma geldiğini, seni inceden inceye özlediğimi… Sonra
özlemin yoğunluğu arttı… Derken fark ettim ki, öldüğün gün yaklaşmaktaymış…
Kitabımda seninle ilgili yazdıklarımı insanlar okuyup da bana sorular
sordukça, sanki sana ait bir parçam kopar gibi oluyor. Seni hissediyorum,
gerçekmişsin gibi. Pişmanlıklar sarıyor etrafımı. Seni neden daha çok
savunmadığımı ya da sahiplenmediğimi kuşkuyla sorguluyorum. Oysa sen, fazlaca
incelikleri olan bir prenses gibiydin. Prensesler kıskanılır; prenseslere kusurlar
bulunur. Sanki herkesin -özellikle de o kusur bulanların- kusurları yokmuş
gibi…
Daha çok savunmalıydım seni. Tüm melankolikliğine ve serzenişleri alışkanlıklarına
karışıp gitmiş mizacına rağmen, çok daha fazla sevmeliydim seni. Acı verse
bile, alışmamalıydım yokluğuna…
Sen, bilindik kadınlardan farklıydın. Belki de sanatçı olmalıydın.
Yakışırdı ellerine, güzel yüzüne, gelgitlerle dolu düşüncelerine…
İsminle soyadını bire bir taşıyorum kâğıt üzerine, kanun önünde… Seni
içimde taşıyorum. Pek çoklarının sahip olmayı beceremediği ince fikirlerinin
derinliğini bugünlerde anlıyorum.
“Zaten annesini kaybetmiş bir
çocuğun bana da bağlanmasını istemedim” diyordun. “Ben de ölünce ikinci bir acı yaşamasın” diye.
“Yavrum, kurban olduğum” diye canlı canlı seven babaannelerinin aksine… Uzak
tutmakla ne iyi ediyordun bencilliklerini… Beni çok sevdiğini şimdi daha iyi
biliyorum. Beni, şimdi kitabımdaki satırlarda savunmasını şiddetle yaptığım gibi;
çocukları büyüklerin kendilerince sevmelerinin yanlışlığını vurgularcasına
farklı fikirlerle seviyordun. Herkes yapamazdı bunu… Büyük bir kadındın sen.
Belki biraz güçsüz, biraz da tutkulu ama daha çok “sevmek” için
yaşıyordun sen. Hangimiz sevme şeklimizin karşıdakine zarar verdiğini hesap
edebiliyoruz ki…
Senin yerine koymayı değil ama senin gibi sevebilmeyi umduğum kadın,
senin resmini duvardan indirdiği gün öldü benim için…
Beni kendi dertlerimle baş başa bıraktığı gün öldü…
Oysa sen, hiç dertlerimle baş başa bırakmamıştın beni.
Sen, iyisiyle kötüsüyle doğrusuyla yanlışıyla yanımda olandın.
Belki de bunu anlamam için oldu bütün olanlar…
Seni çok seviyorum, biliyor musun?
Beni duyuyor musun?
Bir anneler günü sızısı, bir yıldönümü acısı, bir toprak kokusu, bir
kasımpatının sarı yaprakları, bir Bursa yolcusu gibi… Bu sene toprağına ne
şartlarda ve kimlerle çiçek koyacağımızı, gelip gelemeyeceğimizi bile
bilmiyorum.
Zaten sen orada değil, içimde yatıyorsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder