Gün olur her şey tersine döner. Suçsuzlar suçlu, temizler kirli, beyazlar
kara olur. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır artık. Hikâyeler de değişmeye ve
karmaşıklaşmaya başlar. Düşünmenin bile tüyleri diken diken ettiği olaylar
gelişir. Bir de hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık insanlar tarafından
yapıldığını bilmek… En çok da bu ağır gelir…
Akça pakça bir yüzün üzerinde gezinen ifadelerin altında yatan
bataklıklara yaklaşmak istenmez önce. Ne kadar sevilirse sevilsin, masumiyetini
kaybettiğini görmek uzaklaştırır ondan. Önce düşünce yönünden uzaklaştırır.
Sonra ruhen… Ve bir gün de bedenen… Bir de bakarsınız artık onun yanında
duramamaya başlamışsınız. Suçlu ya da şahit olmanız hiç fark etmez…
İlk başlarda bir neden bulup anlamaya, ona bir kılıf uydurmaya çalışırken
bulur insan kendini. Sonra ne sebepler ne de bahaneler yeterli gelmez kirliyi
haklı çıkarmaya…
O gözlerin parıldayan bakışlarının içine gizlenen sinsi şeytan rahatsız
etmeye başlar. Bir taşla iki kuşu vurduğunun sinyallerini etrafa verdiğini,
hele hele bir de bununla övündüğünü ve kendini bir halt zannettiğini hayretle
izlersiniz. Öyle ya, bu pişkinliğin kaynağı ne olabilir?
Arada sırada bir şüphe dalgası inceden inceye aklı çelmeye başlar. Acaba
bir gün ben de bu duruma düşer miyim diye. Ya çoktan düşmüşsem ama kendime
itiraf edemediysem… Sonra bu alet olunmuş pislikten yumuşak kıyaslamalarla
sıyrılmaya çalışırken, öylesi de bir böylesi de bir diyerek mağlubiyet bayrağı çekilir. Dibe vurursun… Pisliğin tam ortasındasındır, hem de çoktandır.
Ondan iğrenirsin, bundan iğrenirsin, kendinden iğrenirsin. Çok geçmeden herkesten
iğrenmeye başlarsın… Bu dünyada masum kalmış biri olup olmadığını sorgularsın.
Her an herkes her şeyi yapabilecek durumdaysa, kafamıza vurula vurula
içine sokulmaya çalışılan erdemlere ne oldu?
Yoksa kafamıza vuranlar zaten suçların failleri miydiler? Bir tür
yansıtma yaparak bizim de onlar gibi olmamızdan mı korkuyorlardı?
Hep bebekler gibi masum kalacağımızı mı sanıyorduk acaba? Bir yönden
bakıldığında, o bebekler de yasağın, günahın meyveleri değil midir zaten…
En kötüsü de ikiyüzlü olmak. Hatta ikiyüzlü olanlar iyi bile kalır.
Onlarca yüzle çeşit çeşit kalıpla ve karakterle gezinmenin yanında ikiyüzlülük
nedir ki?
Küfür eden bir arkadaşıma ters ters baktığımda “İçim bozuk olacağına ağzım bozuk olsun” diye cevap verişi geliyor
aklıma… Belki de haklıydı. Ama bu da pisliklerin üzerini örten kılıftan başka
bir şey değildi belki de…
İşine gelenleri kullanmaktan vazgeçmeden, cazip olanlara arsızca uzanarak
ağzının salyalarını akıtırken objektiflere poz verenler ve hiçbir şey yokmuş
gibi masum ayaklarına yatanlar... Midemi bulandırıyorsunuz. Daha ötesi yok
bunun işte…
Bazen yüzüne tükürmek istedikleri olur insanın. Bu öyle değil... Bu etrafta
düzgün kalmış bir şeylerin hatırına, en azından salyasını silmesi gerektiğini
hatırlatma isteği daha çok. Bu kadar pisliğe bulaşmışken, bari ağzını burnunu
topla demek geçiyor içimden. Diyemiyorum…
İğreniyorum…
Hepinizden. Hepimizden…
Bu dünyada temiz yaşamanın, masum kalabilmenin bir tek yolu yok mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder