6 Mayıs 2012 Pazar

MASUMİYET

Gün olur her şey tersine döner. Suçsuzlar suçlu, temizler kirli, beyazlar kara olur. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır artık. Hikâyeler de değişmeye ve karmaşıklaşmaya başlar. Düşünmenin bile tüyleri diken diken ettiği olaylar gelişir. Bir de hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık insanlar tarafından yapıldığını bilmek… En çok da bu ağır gelir…
Akça pakça bir yüzün üzerinde gezinen ifadelerin altında yatan bataklıklara yaklaşmak istenmez önce. Ne kadar sevilirse sevilsin, masumiyetini kaybettiğini görmek uzaklaştırır ondan. Önce düşünce yönünden uzaklaştırır. Sonra ruhen… Ve bir gün de bedenen… Bir de bakarsınız artık onun yanında duramamaya başlamışsınız. Suçlu ya da şahit olmanız hiç fark etmez…
İlk başlarda bir neden bulup anlamaya, ona bir kılıf uydurmaya çalışırken bulur insan kendini. Sonra ne sebepler ne de bahaneler yeterli gelmez kirliyi haklı çıkarmaya…
O gözlerin parıldayan bakışlarının içine gizlenen sinsi şeytan rahatsız etmeye başlar. Bir taşla iki kuşu vurduğunun sinyallerini etrafa verdiğini, hele hele bir de bununla övündüğünü ve kendini bir halt zannettiğini hayretle izlersiniz. Öyle ya, bu pişkinliğin kaynağı ne olabilir?
Arada sırada bir şüphe dalgası inceden inceye aklı çelmeye başlar. Acaba bir gün ben de bu duruma düşer miyim diye. Ya çoktan düşmüşsem ama kendime itiraf edemediysem… Sonra bu alet olunmuş pislikten yumuşak kıyaslamalarla sıyrılmaya çalışırken, öylesi de bir böylesi de bir diyerek mağlubiyet bayrağı çekilir. Dibe vurursun… Pisliğin tam ortasındasındır, hem de çoktandır.
Ondan iğrenirsin, bundan iğrenirsin, kendinden iğrenirsin. Çok geçmeden herkesten iğrenmeye başlarsın… Bu dünyada masum kalmış biri olup olmadığını sorgularsın.
Her an herkes her şeyi yapabilecek durumdaysa, kafamıza vurula vurula içine sokulmaya çalışılan erdemlere ne oldu?
Yoksa kafamıza vuranlar zaten suçların failleri miydiler? Bir tür yansıtma yaparak bizim de onlar gibi olmamızdan mı korkuyorlardı?
Hep bebekler gibi masum kalacağımızı mı sanıyorduk acaba? Bir yönden bakıldığında, o bebekler de yasağın, günahın meyveleri değil midir zaten…
En kötüsü de ikiyüzlü olmak. Hatta ikiyüzlü olanlar iyi bile kalır. Onlarca yüzle çeşit çeşit kalıpla ve karakterle gezinmenin yanında ikiyüzlülük nedir ki?
Küfür eden bir arkadaşıma ters ters baktığımda “İçim bozuk olacağına ağzım bozuk olsun” diye cevap verişi geliyor aklıma… Belki de haklıydı. Ama bu da pisliklerin üzerini örten kılıftan başka bir şey değildi belki de…
İşine gelenleri kullanmaktan vazgeçmeden, cazip olanlara arsızca uzanarak ağzının salyalarını akıtırken objektiflere poz verenler ve hiçbir şey yokmuş gibi masum ayaklarına yatanlar... Midemi bulandırıyorsunuz. Daha ötesi yok bunun işte…
Bazen yüzüne tükürmek istedikleri olur insanın. Bu öyle değil... Bu etrafta düzgün kalmış bir şeylerin hatırına, en azından salyasını silmesi gerektiğini hatırlatma isteği daha çok. Bu kadar pisliğe bulaşmışken, bari ağzını burnunu topla demek geçiyor içimden. Diyemiyorum…
İğreniyorum…
Hepinizden. Hepimizden…
Bu dünyada temiz yaşamanın, masum kalabilmenin bir tek yolu yok mu? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder