8 Ağustos 2017 Salı

OSMANLI KAHVESİ

Harıl harıl Osmanlı kahvesini arıyordu mutfakta. “Bulamazsam zaten hak etmemiştir” diye geçirdi aklından. Ne zamandır kullanamadığı cezveyi çıkarıp tezgâhın üstüne koydu ve kahveyi aramaya devam etti. En üstteki rafları kurcaladı, yok. Baharatlığa baktı, yok. Diğer kahvelerin olduğu yerde de bütün kavanozları tek tek gözden geçirdi.
Tam vazgeçmek üzereyken son anda kafasını yukarı kaldırınca gördü beyazlı kırmızılı kilitli paketi. Uzanıp düşünmeden eline aldı. Açmadan önce bir an duraksadı. “Ne yapıyorum ben” diye sinirli sinirli söylendi kendi kendine. “Hak ediyor mu ki!”. İçinden de ona kahve pişirmek gelmiyordu zaten. Vazgeçti.
Cezveyi ve kahveyi sanki biri onu görecekmiş gibi aceleyle yerlerine kaldırdı. “İşine bak sen işine”. Yine kendi kendine söyleniyordu. Vakit öğleden sonraydı. Kalbi kırıktı, kafası ise karmakarışık. Her kadın gibi biraz...
“Hâlâ daha iyi niyetle yaklaşıyorum” diye kızdı kendine. Hâlâ da yaranamıyordu kimselere. Akşam kocası geçimsiz demişti ona. Psikiyatriste gitmesi lazımmış. Yok artık daha neler... Kim onu doktora yollamayı gerekli görüyorsa kendisi gitsindi! İçinde bir kabarıp bir durulan öfke nöbetleri oluşmuştu artık. Fiziği de ruhu da yıpranmıştı. En basit tartışmaları bile kaldıramıyordu. Dünyanın sonu gelmiş gibi hissettiği için olayları büyüttükçe büyütüyordu. Aslında büyütmeye çalıştığı tabi ki kavgalar ya da huzursuzluklar değildi. Hâkimiyetini kabul ettirmekti. Her insan gibi biraz… Hayatına, evine, işine, adamına hâkim olmak istiyordu işte o kadar. Herkes gibi. Herkes kadar…
Kimse onu anlamıyordu ki. Bazen kendi bile… Kendi çayını demledi bin bir otu karıştırarak. “Kahveyi unut, bir daha iyilik yok!” Yine asabı bozulmuştu. Düşündükçe daha da zorlaşıyordu her şey. Hiç düşünmemeliydi. Hatta aptallık derecesinde saflığa yatsa daha iyi olurdu belki. “Osmanlı kahvesiymiş, peh! Osmanlı kahvesi senin neyine be kadın.” Bir de pişirip ayağına götürecekti. Neymiş buzlar eriyecekmiş. Bırak buz kalsın ne olacak!
“En çok iyiliği kendine yapsana aptal!”
Bir fayda varsa kendinden vardı insana. Bunu öğrenmek için daha çok fırın ekmek yemesi gerekecekti. Daha yeni ameliyatlıyken, dikişlerinin acısından oturup kalkmakta bile güçlük çekiyorken gözünün önünde kahve içmeye kalkmışlardı. Aklına gelince iyice sinirlendi. Ne düşüncesiz insanlardı. Kahve kokusuna hiç dayanamazdı ama o günlerde doktor yasakladığı için içemiyordu. Ama onlar bunu düşünmezdi. Onlar sadece kendini düşünürdü. Belki kendisi de bir tek, en azından en çok kendini düşünmeyi öğrenmeliydi. Bu hayatta başkalarını düşünerek yaşayanlar değil benciller kazanıyordu. Bir de kahveyi yapıp ayağına götürecekti. İyice kızmaya başlamıştı kendine. Artık akıllanmanın zamanı gelmiş de geçiyordu bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder