Kıvrım kıvrım kadın…
Büklüm büklüm kadın…
Kapat gözünü ve hisset… Hissini, fikrini, niyetini görebileceğin bir ayna
görünümündedir, salına salına gezinirken dünyanda, büyüler enerjisiyle. Ve birlikte
hayallerine kavuşabileceğin tek varlıktır belki de.
İçi kutsal bir mabet, yer yer melek yer yer şeytan damgasıyla mühürlenmiş
oluşuna tezat, etten kemikten bir ölümlü işte o da senin gibi. Sen yine de
tanıdıkça yere göğe koyamıyorsun.
Giyinse de çıplak, soyunmasa bile hep şeffaf…
El üstünde tutuldukça yükselişine, yükseltişine, yücelmesine,
yüceltmesine akıl erdirilemez.
Kokusu tüm dertlere çare, gündüzlere sebep, gecelere ışık... Bunu her
şeyden iyi biliyorsun.
Toparlayan, değerlendiren ve adam eden. Göze güzel, ruha güzel, kalbe
özel ne varsa inşa eden. Kadın kaynak, kadın toprak, kadın berrak…
Adamın aklıyla ayakları arasındaki gelgitlerde tıklım tıklım kadın.
Odalar, ofisler, sokaklar, yataklar, beşikler buram buram kadın.
Gündüzleri neyle uğraşırsan uğraş, geceler oldu mu aklın fikrin kadın.
Haremini kurmuş, kadınları sıralamış, güya erkekliğine hizmet ettiriyormuş.
Hatunlar onu eğlendiriyormuş. Kapısında
dizilmiş kadınlar yalnızca birer siluet. İçinde kadın yok, ruh yok, can yok…
Programlanmış geçici bir zevk var sadece. Siluetlerin içine saklanmış esas kadınlar…
Bedenini satın alabilirsin, kalbini asla!
Kimisi de tek bir kadına hasret. Hayatı, evi, yatağı soğuk. Kalbi ne
zamandır buz kesmiş, donuk mu donuk.
Rezidanslar da dolmuş gecekondular da, boy boy, çeşit çeşit, huy huy
kadınla. Sarışını, kumralı, esmeri, şımarığı, mütevazısı, fettanı, cadısı veya
zavallısı… Zirvede de ücra köşelerde de çeşit çeşit kadın.
Parça parça kadın ellerde, dillerde, kurumayan rüyalarda. Bedeninin derininden
ziyade ruhunun derininden anlaşılmaya muhtaç…
Her yer karanlık,
Damla damla ağlıyorsa kadın…
Çokluğunu, zenginliğini, göz alıcı varlığını hep basite, aza, aşağıya
indirgemek istiyorsun. Bunu neden yapıyorsun?
Gölgesinden bile hikâyeler çıkıyor, destan destan hayatlarda kadın. Bir
kelime olup diline yapışıp kalmak, bir mücevher gibi boynunda ışıldamak, su
olup boğazından içine ılık ılık akmak, çocuktan da çocuk olup göğsüne kapanıp
kokusuna karışmak istiyorsun. Belki bir kumaş parçası kadar bile temas etmek
teniyle, bir boya olup sürülmek gözlerine, yağmur olup yağmak üzerine
korunmasızken saatlerce.
Bir yaz gecesinin rüyası oluvermiş, tatlı ılık rüzgâr gibi tenine usulca
değiyor. Gözlerin kapalıyken dudaklarında büyüyen gülümsemeye karışıp gidiyor.
Aklına takılan şarkılardan ilhamla saatlerce dilinde nağme nağme kalıyor kadın…
Gecenin derin rüyası, gündüzün vazgeçilmez hizmetlisi, toplumun en ağır
görevlisi kadın. Yorgunluğuna aldırmadan ayakta duruşuna hayranlıkla bakakalırken
gözlerinin kamaşmasını engelleyemiyorsun. Sen kendini anlayamıyorsun, kadın
anlıyor yine seni...
Yudum yudum içiyorsun teninden, okyanusların tadını tuzunu. Dalgalanmış
bedeniyle sarsılırken sonsuzluğuyla seni kucaklayışına alışıyorsun. Sonra hep
aynı şeyi istiyorsun. Derinliğine yerleşirken bilemiyorsun kendini, kaybediyorsun
edebini, dokunurken incittiğin narin bir kuş gibi ilk fırsatta uçup gidiyor
hayatından. Arkasından bakakalıyorsun çıplak ve çaresizce. Geri kazanamıyorsun
çünkü vahşi, yırtıcı, sarsıcı kuşlardan da vazgeçemiyorsun.
* Değerli eseriyle yazının anlamını zenginleştiren Bahadır Uysal'a sonsuz teşekkürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder