Gezi direnişinin başlangıcının üzerinden bir yıl geçti. Bunu gündeme
almayı birkaç gün geciktirmek, onun anısına saygısızlık değildir diye umuyorum.
Çünkü o günleri hep içinde taşıyanlardan oldum, her sevdiğim ve inandığım şeyde
olduğu gibi. Baharı yaza bağlayan bir sabahın kör karanlığında beklenmedik
olaylarla uyanışımız ve bir daha hiç bir şeyin eskisi gibi olmayışı, aydınlığa
giden yolun başıydı... Önceki günlerden farklılaşarak süregelecek bir değişim
dönemine soyunulmuştu; her şeye değecek büyük bir fark yaratılmıştı; artık
geleceğe dair ümitlerimiz vardı…
Hani herkesin birbirinden cesaret almayı beklediği, ama alamadıkça sus
pus olup oturduğu toplantılar veya topluluklar vardır. Bir kişi ayağa kalkacak
olsa, diğerlerinin masaya çıkmayı göze alacağı bir sinerji girişimine ihtiyaç
vardır… İşte öyle bir hareket tılsımı hayalden gerçeğe dönüştürürken, felsefe
öğretilerinde yazılanın aksine, aslında yalnız ve tek başına olmadığını gördü
bir grup insan.
Sonra domino etkisi… Taşlar birbirine çarptıkça, çember kontrolsüzce büyüdü
sonsuzluğa doğru...
Bir ağacı korumak için insan bedeninin siper edilmesi kolay iş değildir.
Savunmasız, silahsız ve şiddetsiz, sadece yürek gücüyle koruma çabası, tarih
yazdıracak bir kahramanlıktır.
Küçük kahramanlar tarih yazdı.
Büyük kahraman adayları kendinden utandı; hem bu kadarına cesaret
edemedikleri hem de küçükleri küçümsemeye olan alışkanlıkları için.
Hayret ettiler.
Gurur duydular.
Özür dilediler.
İşte kokuşmuşluğun genç beyinlerde ve yüreklerde yerleşemeyeceğinin bir
göstergesiydi bu durum. Eğer hasta düşüncelerle beyin yıkanmazsa tabi…
Uzmanlık alanı sevgi olan insanların dünyayı hayrete düşürecek biçimde
kenetlenişi, çıkarsızca ve yarın ölmeyi göze alarak birleşmesi, bu yılın en
büyük filmiydi. Gişe rekorları kırdı… Canlı canlı izleme ayrıcalığına eriştik
ve hatta içinde rol edinmenin acıyla karışık zevkine vardık.
Ölenler yaralanıp sakat kalanlar oldu. En korunaklı olması gereken yerde,
topa tutulmanın güvensizliği, yaralanmaktan hatta ölümden daha çok acıttı.
Kendi memleketinde vurulmak, insanüstü bir acıdır…
Kendi paranla, kendi silahınla vurulmak, kendi özgürlüğünle kısıtlanmak,
kendi yaşamınla öldürülmek, kabullenilecek bir şey olamaz. Ölüm, şekil
değiştirmektir sadece… Haksızca ölenlerin elleri kirli yakalardan
düşmeyecektir, bu böyle biline…
Sıra dışı ve özel bir başlangıçtı, özgürlük ve doğa aşkını korumak için
siper olmak.
“Ölümüne sevmek” dedikleri böyle bir şey olsa gerekti…
Aşkın her türlüsü kıskanılır. İnsan aşkı, doğa aşkı, çocuk aşkı, memleket
aşkı, özgürlük aşkı… Şeytan içine pislik karıştırmak ister bunların. Çünkü
şeytan tadını bilmez aşkın.
Dünyayı kurtarmak için ne yapıp ne edip şeytanı âşık etmeli aslında…
Kimseyle uğraşmaz o zaman…
Fikir neyse zikir de odur. Bunu unuttular işte... Niyetiniz neyse, ayna
gibi karşınızda belirir, apışıp kalırsınız...
İyilik, iyiliği doğurdu; kötülük de kötülüğü. Ama herkes niyetinden aldı
nasibini…
Kazanmak, bir haysiyet meselesi oldu.
Din, dil, ırk, renk ve fikir ayrımları dağılırken, Tanrının verdiği
sınırsız kardeşlik duygusu bir avuç insandan büyük bir topluluğa yayıldı.
Bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmadı.
Artık sadece İYİ ile KÖTÜnün savaşı var. Bunu hala idrak edememiş olan at
gözlüklülerle cahiller anlayana kadar da acıtacak gibi bu mücadele.
Okulda Tarih derslerine çalışırken, savaşların yıllarca sürmüş olması
garip gelirdi. Öyle uzun uzadıya sürmüş olmasını anlayamazdık. Şimdi tam
ortasında kalınca anlayabiliyoruz galiba... Hemen bitmiyor, çünkü bir fikir
için mücadele etmek çetin sınavlardan geçmeyi gerektiriyor. Hemen sonuç
vermeyen, sabrı acımasızca sınayan, can yakan, can verdiren, dünyanın beş para
etmeyen bir yer olduğunu hatırlatan ama aslında yaşamanın her şeye değeceği
çelişkisiyle insanı kandıran bir mücadele…
“Onurluca yaşamak” veya “onurluca ölmek” arasındaki ince
çizginin hatırına can verdi güzelim çocuklar…
Gezinin ruhuna, fikirlere, aşka, inançlara ve birlikteliğe kurşun
işlemediğini bilerek ayaklarımızı basıyoruz şimdilik bizim olan topraklara.
İyiler çabuk göçer bu pis diyardan, diye bir masala sarılarak ayakta
durmaya çalışıyoruz hâlâ.
Bir yıldır bir tane normal güne uyanmayışımızı bir nedene bağlayıp hayata
tutunmaya çalışıyoruz.
Kalan sağlar bizim, bunu biliyoruz ama gidenlerin yarattığı öncülük
uğrunda can vermiş olmaları, daha çok hırs yarattı insanlarda…
Kalan sağlar için henüz yaşayacak bir yerimiz yok.
Dünya, kirletilmişliğiyle boğuyor bizi ama bir yıl önceki genç haykırış
sayesinde, karanlık ve dar koridorun sonunda bir ışık görebiliyoruz artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder