11 Haziran 2014 Çarşamba

BEYOĞLU ÇİKOLATASI

Kimi zaman şehirler ayırır insanları kimi zaman da düşünceler. Kimilerine göre şans, kimilerine göre tesadüf, kimilerine göre kader… Ama sonuçta hiçbir yaşantı boşuna değil işte... Sebepsiz değildir kıskançlıklar, sebepsiz değildir ayrılıklar, sebepsiz değildir yakınmalar, sebepsiz değildir dünyanın tersine döndüğünü düşündürecek olaylar…
Şehirler bizi hiçbir türlü ayıramamıştı. Düşünceler ise zaman zaman ayrı düşürür gibi görünse de, kalp birliğimizin daha baskın çıkmasıyla ikinci planda kalmış, birbirimizi severek eleştirenlerden olmuştuk. Yeri gelir elimizde ne varsa bölüşür; yeri gelir yokluğu paylaşırdık. En zor zamanlarda, farklı bir fikir, bir gülümseme, bir tatlı söz, sıcak bir çay ilacımız olur; yargısız ve ayrımsızca açılan bir kapının ardındaki sıcak çatının altında toplanırdık. Bir ailenin olması gerektiği gibi…
Soğuk kara iklimi vız gelirdi… Karlı, ayazlı, tozlu ve kuru şehir dünyanın en yaşanası yeri olurdu sevgiyle kaynaşınca… Zor koşullar, acılar, imkânsızlıklar, çaresizlikler önemini yitirirdi. İnsanın böyle sevenleri-sevdikleri olmalıydı, tıpkı ailesi gibi.  
“Baba” diye nitelediklerimiz, koruyup kollar, birleştirir, aklıyla ve şefkatiyle severek kucaklar. Türkiye’nin birleştirici gücünü bilemem ama bizim ahalinin birleştirici gücü sendin kâmil adam. Bunu da sana ilk söyleyişim değil zaten...
Kırsaldan sahile, sahilden kırsala bir mekik dokur bizim geçmişimiz, bugünümüz. Sanırım geleceğimizde de böyle, ailenin fertleri serpiştirilmiş olacak ve arada özlemle toplanacağız…
Beyoğlu’nun ışıklı caddelerinde salına salına yürüyoruz. Yıllar önce bu sokakların özlemiyle 500 km ötede kıvranırken, bir geceliğine bile olsa buraya gelmenin planını yapıyorduk. Günü birlik İstanbul seferi bile değil, günü birlik Beyoğlu seferimiz vardı. Ne kıymetliydi şimdi atabildiğimiz adımlar…
Kamil adamın gözü dükkânlarda bir şey arıyor ama ne acaba? Yemekten kalkalı daha yarım saat bile olmamış. Yiyecek bir şey değildir herhalde derken, bombayı patlatıveriyor…
“Alperciğim’e Beyoğlu çikolatası alayım Ankara’ya dönmeden. Çok sever”
Yüzümü buruşturup şımarmanın ve kıskançlığa başlamanın tam zamanı…
“Ama yine Alper’e geldi dayandı konu! Ben de çok severim Beyoğlu çikolatasını… Niye sadece ona alıyorsun (baba) ?
Kamil adam olağan bir açıklama yaparmışçasına sakin ve rahat. Alışmış artık küçük kızın bu hallerine… Tane tane anlatıyor meramını;
“Sen hep buradasın, alıp yiyebilirsin ama o yiyemez”
“Ama çikolata olmasa başka bir şey bulursun. Hep Alper hep Alper! Neden bizden ayrı tutuyorsun onu (biz üvey evlat mıyız!) ?
Şimdi hapı yuttuğumuzu sanıyorum. Çünkü gerçekten havaya girdim. Çıkmam da zor olacak gibi. Tutturdum mu tuttururum, bilen bilir…
“Ya arkadaşım, çocukcağızdan ne istiyorsunuz?”
Ondan bir şey istemiyoruz kâmil adam, senden eşit oranda ilgi istiyoruz!
-
Kader ağlarını örüyor be kâmil adam, sen de ben de eksiklerimizi tamamlıyoruz. Kim derdi ki o çekişmemizden birkaç hafta sonra, Alper İstanbul’a taşınacak…
Şaka gibi ya…
En sevdiğin çocuğundan ayrıldığına mı üzüleyim, bizim tarafa geçmesine mi sevineyim? Şimdi senin rolün bana geçmiş gibi, o kadar iyi anlıyorum ki seni... Sen ne yapıyorsan aynısını ihtimamla yapıyorum kendisine; gözün arkada kalmasın Alper emin ellerde.
İçin rahat olsun, istediği kadar Beyoğlu çikolatası yiyebilecek. Hatta biz ona evde kendi ellerimizle bile yaparız, daha doğal ve lezzetli olur…
Onu bunu bırak da, Alper geldiğinden beri ona olan kıskançlığım azalıp sana olan özlemim arttı be… Biliyorum sen buralara yerleşmeyecek, Ankara’daki “ana kayamız” olarak ikamet etmeyi sürdüreceksin. Bilgiç çerçevelerinin arkasından nemli gözlerle başarılarımızı, sevinçlerimizi paylaşırken belki de müstakbel hanımının koluna girecek ve “artık kendi çocuklarımızı yapmanın zamanı geldi galiba” diyeceksin. Birleştirici, iyileştirici gücünle bize uzaktan da olsa kol kanat gereceksin. Bize gelince, her anımızda adını anmadan edemeyeceğiz, sanki hep yanımızdaymışsın gibi…
Alper geldiğinden beri, senden bağımsız olarak bazı sevinçlerim var. Gezmesini beceremediğimiz koca İstanbul daha birkaç haftada daraldı bile onunla… Bitmeyen mesaisi, hayata bağlılığı, pozitifliği ve bir o kadar da saflığı, onu burada ne kadar ayakta tutar bilemiyorum. Ama ilk duyduğumda “Gel de İstanbul’un kalitesi yükselsin” olmuştu. Hadi bakalım kâmil baba kıskanma sırası sende…
Şimdi içim kıpır kıpır, hafta sonlarını iple çekiyor, doğup büyüdüğüm semtin sokaklarını onun sayesinde tekrar keşfediyorum. Sanki yıllardır bilmediğim, tanımadığım bir kardeşim varmış da ansızın çıkagelmiş gibi kendimi tamamlanmış, bütünlenmiş ve çok daha güçlü hissediyorum.
Onun mahzunca ve kısacık “teşekkür ederim” deyişinde seni görüyorum kâmil adam.
Bu çocuğu neden bu kadar sevdiğini çok iyi anlıyorum.
Onu en az senin kadar seviyorum.
Bakma sen “o artık bizim oldu” deyişime… Biz büyük bir aileyiz; bunu çok iyi biliyorum.
Senden bana emanet ama aslında önceden de benim bir yarımmış gibi… Tuhaf yani…
İlişkilerde ince ayarlar vardır. Yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal olur. Birinin iyiliği diğerinin kötülüğü, birinin sevinci diğerinin kırgınlığı olabilir. Her evde olur, her ailede, her ilişkide… Olur mu olur…
Bazen babalar da istemeden hata yapar. Evlatlarını ayrı ayrı severler aslında. Yine de mağduriyeti çok olana daha bir babacan yaklaşırlar.
Biyolojik ve manevi tüm babalara da buradan göndermemiz olsun; kendi ayaklarının üzerinde duran çocuklarınız da en az mağdur olanlar kadar ilgi, destek ve takdir beklerler babalarından. Bir babanın yanlış tutumu kardeşleri birbirine düşman edebilir. Sırf sevgiyi gösterme şeklinin yanlışlığından dolayı…
Seni seviyoruz kâmil adam.
Bir baba gibi, bir dayı gibi, bir ağabey gibi… Bir dost kökü gibi dikiyoruz seni İstanbul’un topraklarına… Kök eksi bire geçtiyse, seni özlediğimizdendir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder