Doğurduğu YAVRUYU koruyup kolladıklarını, sarıp sarmaladıklarını, sevip
okşadıklarını biliriz de; aklına, fikrine, duygusuyla duyarlılığına katkıda
bulunduklarını nadiren görürüz ANNELERİN. Eleştirdiklerini biliriz de geliştirdiklerini
kesinkes söyleyemeyiz. Kaşına gözüne kurban olabileceklerine eminiz de, kaşıyla
gözünün arka planında kalan - belki de en önemli olan- organı besleyeceklerine
garanti veremeyiz. Anneler bazen unutur, gözden kaçırır ya da önemsemez ama en
büyük yatırımı çocuklarının bilgisine, hayatı öğrenme isteğine, insani
duygularına yapmanın unutulacak yanı yoktur…

Anneler karnında taşır, sırtında taşır, başının üstüne taç eder de taşır.
Bazen de tepesine çıkarmıştır, yine de taşır. Taşımak, yüklenmek, sırtlanmak ve
hatta üstlenmek kadınların kaderinde vardır.
Kanguruların göbeklerinde kocaman cepleri vardır, annelerinse görünmez
cepleri… Çocuklarının sığınacak yegâne yeri…
Anneler, karınları çatlaya çatlaya, acıya acıya içlerinde taşırlar
bebeklerini. Kadınsal zevkleri ve çekiciliklerinden nasıl da fedakârlık
ederler. Kanaya kanaya doğururlar. Yırtılırlar, yıpranırlar, sarkarlar, eğilip
bükülürler ama vazgeçmezler anne olmaktan. Yavruya kucak açmaktan… Sorumluluklarından…
En güzeli, gün gelip de kendisine saygı duyacak bir bireye göstermektir
bu özveriyi… Yavruları sevmek kadar geliştirmek de gerekli… Gün gelip annesini
de el üstünde tutması hep yetiştirmeye bağlı…

Onlara bilgiler, beceriler, hobiler, renkli dünyalar tanıtmalı… Ceplerin
içine dolduracaksak bunları doldurmalı… Çalışmayı öğrenirse kazanmayı,
araştırmaya alışırsa kendini geliştirmeyi, insanları ve doğayı sevmeyi
öğrenirse kendini mutlu etmeyi bilecektir… Yavruya sevgiyle beraber bilim,
sanat, estetik, kültür ve erdemler ceplerden dolup taşmalı.
Kanguru annelerle bu yıl Tüyap’ta tanıştım ilk defa… Zaten çokça düşünüp
durduğum çocukları bir kere daha düşündüm onların sayesinde. Anneliği,
anneleri, annesizliği tekrar sorguladım.
Yüzlerinde çok az makyaj ama kocaman gülümsemelerle görmeye geldiler
beni. Gözlerim kamaştı… Doğal ve rahat edebilecekleri giysiler içindeydiler. Konforlu
spor ayakkabılarına takıldım, tabi kitap fuarını boydan boya arşınlayacaklardı…
Döndüm de ayağımdaki topuklu siyah ayakkabıların yapaylığına acıdım. Ayağımdan
fırlatıp çıplak adımlarla onların peşine takılmak geldi içimden. Yapamadım…
Özeleştirimi her daim yaparım, hiç kaçmaz…
İçini kitaplarla dolduracakları sırt çantalarını kolay taşıyabilmek için
karınlarına asmışlardı. İçinde neler biriktiğini görebilmek, yerleştirmek,
eksikleri tespit etmek için çok mantıklı bir çözüm. Ama daha çok da şirindi bu
görüntü… “Evde çocuklar kitap bekliyor” dediler… Ben işte orada hayranlık
kelimesinin anlamını yeniden buldum. Hayran oldum…
Tersten ön tarafa astıkları çantalarla kanguru annelerdi onlar… Evde
çocukları yiyecek gibi kitap bekleyen. Kitap kurtları olmuştu henüz ilköğretime
başlamış bu çocuklar. Kitapla, sevgiyle, özveriyle büyümüşlerdi… Bizler
küçükken evde hep abur cubur getirmesini beklerdik büyüklerimizden. O zamanlar
az bulunuyordu belki de… Şimdi de kitaplar mı az bulunuyor yoksa? Yooo hayır,
kitabı alanlar az bulunuyor…
Evde heyecanla kitap bekleyen çocuk ne demektir bilir misiniz? Az yenip
çok yetiştirilmiş, hayata karşı iştahı kalıcı faydalardan yana kabartılmaya
çalışılmış, aklına yatırım yapılmış nadide ve özel bireylerdir… Bir de
büyüdüklerinde düşünemiyorum bile… Ülkenin tüm çocukları evlerinde sabırla,
saygıyla ve ilgiyle kitap bekleyebilse keşke…
Şimdi esas üzüldüğüm şey, kanguru annelerin o haliyle bir fotoğraf almamış
olmamız. Tabiî ki biz kadınlar objektife poz vereceksek bir çekidüzen veririz
kendimize. Anneler de öyle yapmışlardı. Saçlar arkaya atılır, üst baş
düzeltilip “normal” hale getirilir. Oysa en doğal, en güzel halleriydi o
kanguru görüntüsü…
Çocuklarını değil, onların geleceğini karınlarında taşıyorlardı… Neyse ki,
şanslıyım ki fedakâr karınlarını, çantaları yüklenmiş halleriyle görebildim. Ne
emek, ne yürek, ne sevgi onlardaki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder