Gelene hoş geldin demek âdetten olmuş… İyi niyet ve misafirperverlikle
söylenegelmiş bir kucak açma şeklidir bu… Hoş karşılamanın her zaman işe
yaradığını kim söyleyebilir? Kapının her açılışında çıkıp gelene, yeni olana,
sürpriz biçimine bürünene, başlayan her şeye hoş gelişler ola… Âdet yerini
bulsun, hoş geldin 2014… Ama gerçekten hoş gelmen, hoşluklar getirmen
dileğiyle…
Her yılın bitiminde onu bir an önce geride bırakmayı, yenisine başlamayı
sabırsızlıkla beklerken, umutlarımızla beklentilerimizi paket yapıp çamların
altına dizerken veya gönlümüzden geçeni ağaçların dallarına rengârenk kurdelelerle
bağlarken, hiç de kötümser değilizdir aslında… Hayat bizi hep şaşırtmıştır;
iyiyi beklerken kafamıza vurarak ya da kötüye hazırlanırken mucizeler sunarak.
Sanırım yine öyle olacak; yeni yıl çalkalayıp savuracak hepimizi ve fırtına
dindiğinde her şey yeniden başlayacak…
Zorluklar pişirir, acılar geliştirir, kazıklar olgunlaştırır derken bir
de bakmışız ki ömür yarısı tükenmiş bile… Tecrübeler çürütmüş içten içe,
bedenimizle dans etmeye mecbur edilmiş ruhumuzu… Her yeni yıl, çürümüşlüğümüze
atılmış bir çentik gibi geliyor bazen. Bir günden diğerine değişen pek bir şey
olmuyor da, zaman bildiğini okuyor işte… Mesela yeni yıla yaklaşırken alınan
kararların çoğu uygulanmamıştır.
Gece 24.00’ü vurduğunda düşündüm de bu sefer; keşke o anda gökyüzünde
aydınlanmalar, rengârenk ışıklar ve yıldız yağmurları olsaydı, gerçekten bir
değişim ibaresi görebilseydik. Bir bitişle bir başlangıcı somut olarak ayıran
şölenlere şahit olsaydık… İnsanoğlunun havai fişeklere ilgisi bu yüzden olmalı…
Yapay eğlendiricilerle gerçeği güzel görebilmenin bir yolunu yaratmışız işte;
havai fişekler para dökerek yağdırılmış yapay gökkuşağı parçalarından başka bir
şey değildir ki… İzledikçe heyecanla kıpırdanışımız bu yüzden.
Bazen Pollyanna gibi gezerim ortalıkta, aklıma işlenmiş derslerden
biridir mutlu olmak, ev ödevidir mutlu etmek… Derken okkalı bir tokat gelir
yüzüme… Gerçekle yüzleşince anlaşıldığı üzere, ne ben meleklerden biriyim ne de
diğerleri olağanüstü bir tarafı olan kimseler. Hepimiz insanız işte, yılmışlık,
değişkenlik, çaresizlik ve çürümüşlüğüyle birer insanız. Belki de dedikleri
gibi Tanrının oyuncaklarıyız…
Yeni yılı Pollyannaca karşılamak isterdim ben yine de… Ama herkes öyle yorgun
ve kırık döküktü ki, yapamadım doğal olarak. Çünkü hepimiz bir bütünüz.
10 sene önce başka bir şehirde yaşıyordum. Aralık ayı başında büyük bir
hediye fuarı açılıyordu. İki üç kere gidip boydan boya dolaşıyordum. İrili
ufaklı hediyelerle dolduruyordum kırmızı yılbaşı bohçamı. Tüm sevdiklerime
hediyeler alıyordum. O zamanlar ne aklımda işe yarar bir şey alma gerekliliği
vardı ne hesap pusulası. Kalbimdeki kırılmışlıklar da daha azdı, günlerim daha
çok mutlu insanla dolu, gönlümce arkadaşlıklar ve ilişkilerim var gibiydi… Sonra
nasıl da daraldık hep birlikte, nasıl da sığlaştık, kıtlaştık ve azaldık…
Şimdi her şeyin para tuzağı oluşuna, birbirimizden kopuşumuza ve
paylaşılacak güzel bir yılbaşı akşamı bile planlayacak vakit, para ve sabrımız
olmayışına öyle üzgünüm ki…
Zaten hepimiz toprağa dönüşmeyecek miyiz eninde sonunda? Öyleyse bizi bu
hallere sokup küçültenlere ne demeli?
Şimdi 10 yıl öncesine göre herkes daha riyakâr, menfaatçi, yorgun, kırgın
ve tükenmiş… Gönlümüzce hediyeler alıp sürprizler yapamıyoruz artık. Herkes
mutsuz ama herkesin gülümseyen çeşit çeşit resimleri dolaşıyor sosyal medya
sayfalarında… Külliyen yalan…
Geçip gitmiş güzelliklerin, kaçırılmış trenlerin arkasından bakakalmışız
öylece. Elimiz kolumuz sıkı sıkıya bağlı, beynimiz uyuşmuş ve duygularımız
körelmiş…
Şüphe, endişe ve salt korunma dürtüleriyle donanmışken kimi kandırıyoruz
ki?
Birbirimizin gönül gözünü görmeyeli çok oldu. Tepedekilere ne diye
kızıyoruz ki kendi kapımızın önünü süpüremedikten sonra… En sevdiğimizle bile
saç saça baş başa girmişken, büyük savaşlara niye şaşırıyoruz ki?
Yine de umut yüklü olmaktan vazgeçmiyorum dikkat ederseniz, yılgın yüzüm
hiç yaşlanmamış gibi gülümserken, sağdaki soldaki gülümseyen resimlerimi de tek
tek kaldırıyorum ortalıktan. Öyle çok mutsuz insan varken, hatta benim de içimde
türlü türlü fırtınalar koparken, gülümseyen resimlerimin yanıltıcığıyla
kıskandırıcılaşmasını görmek trajikomik bir durum yaratıyor ne yazık ki… 24
saat güldüğümü zannedenler var. Buna tahammül edemeyişleri de, tam kalbime
fırlattıkları ateşli oklardan belli…
İyi olmak ve iyi düşünmek, beyhude bir çırpınıştan başka bir şey değil bu
saatten sonra… Ancak Che Guevara’nın sözüne uyar, bildiğimi okurum:
“Kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde
yenilirsin.”
Vazgeçmek yok…
Herkese mutlu bir 2014 olsun. Bize hazırlanan bu değilse de, gönlümden
geçen; gönül gözümüzü görenlerle birlikte sevgi, barış ve kardeşlik dolu bir
yıl.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder