8 Ocak 2014 Çarşamba

2014 -GÖNÜL GÖZÜ-

Gelene hoş geldin demek âdetten olmuş… İyi niyet ve misafirperverlikle söylenegelmiş bir kucak açma şeklidir bu… Hoş karşılamanın her zaman işe yaradığını kim söyleyebilir? Kapının her açılışında çıkıp gelene, yeni olana, sürpriz biçimine bürünene, başlayan her şeye hoş gelişler ola… Âdet yerini bulsun, hoş geldin 2014… Ama gerçekten hoş gelmen, hoşluklar getirmen dileğiyle…
Her yılın bitiminde onu bir an önce geride bırakmayı, yenisine başlamayı sabırsızlıkla beklerken, umutlarımızla beklentilerimizi paket yapıp çamların altına dizerken veya gönlümüzden geçeni ağaçların dallarına rengârenk kurdelelerle bağlarken, hiç de kötümser değilizdir aslında… Hayat bizi hep şaşırtmıştır; iyiyi beklerken kafamıza vurarak ya da kötüye hazırlanırken mucizeler sunarak. Sanırım yine öyle olacak; yeni yıl çalkalayıp savuracak hepimizi ve fırtına dindiğinde her şey yeniden başlayacak…
Zorluklar pişirir, acılar geliştirir, kazıklar olgunlaştırır derken bir de bakmışız ki ömür yarısı tükenmiş bile… Tecrübeler çürütmüş içten içe, bedenimizle dans etmeye mecbur edilmiş ruhumuzu… Her yeni yıl, çürümüşlüğümüze atılmış bir çentik gibi geliyor bazen. Bir günden diğerine değişen pek bir şey olmuyor da, zaman bildiğini okuyor işte… Mesela yeni yıla yaklaşırken alınan kararların çoğu uygulanmamıştır.
Gece 24.00’ü vurduğunda düşündüm de bu sefer; keşke o anda gökyüzünde aydınlanmalar, rengârenk ışıklar ve yıldız yağmurları olsaydı, gerçekten bir değişim ibaresi görebilseydik. Bir bitişle bir başlangıcı somut olarak ayıran şölenlere şahit olsaydık… İnsanoğlunun havai fişeklere ilgisi bu yüzden olmalı… Yapay eğlendiricilerle gerçeği güzel görebilmenin bir yolunu yaratmışız işte; havai fişekler para dökerek yağdırılmış yapay gökkuşağı parçalarından başka bir şey değildir ki… İzledikçe heyecanla kıpırdanışımız bu yüzden.
Bazen Pollyanna gibi gezerim ortalıkta, aklıma işlenmiş derslerden biridir mutlu olmak, ev ödevidir mutlu etmek… Derken okkalı bir tokat gelir yüzüme… Gerçekle yüzleşince anlaşıldığı üzere, ne ben meleklerden biriyim ne de diğerleri olağanüstü bir tarafı olan kimseler. Hepimiz insanız işte, yılmışlık, değişkenlik, çaresizlik ve çürümüşlüğüyle birer insanız. Belki de dedikleri gibi Tanrının oyuncaklarıyız…
Yeni yılı Pollyannaca karşılamak isterdim ben yine de… Ama herkes öyle yorgun ve kırık döküktü ki, yapamadım doğal olarak. Çünkü hepimiz bir bütünüz.
10 sene önce başka bir şehirde yaşıyordum. Aralık ayı başında büyük bir hediye fuarı açılıyordu. İki üç kere gidip boydan boya dolaşıyordum. İrili ufaklı hediyelerle dolduruyordum kırmızı yılbaşı bohçamı. Tüm sevdiklerime hediyeler alıyordum. O zamanlar ne aklımda işe yarar bir şey alma gerekliliği vardı ne hesap pusulası. Kalbimdeki kırılmışlıklar da daha azdı, günlerim daha çok mutlu insanla dolu, gönlümce arkadaşlıklar ve ilişkilerim var gibiydi… Sonra nasıl da daraldık hep birlikte, nasıl da sığlaştık, kıtlaştık ve azaldık…
Şimdi her şeyin para tuzağı oluşuna, birbirimizden kopuşumuza ve paylaşılacak güzel bir yılbaşı akşamı bile planlayacak vakit, para ve sabrımız olmayışına öyle üzgünüm ki…
Zaten hepimiz toprağa dönüşmeyecek miyiz eninde sonunda? Öyleyse bizi bu hallere sokup küçültenlere ne demeli?
Şimdi 10 yıl öncesine göre herkes daha riyakâr, menfaatçi, yorgun, kırgın ve tükenmiş… Gönlümüzce hediyeler alıp sürprizler yapamıyoruz artık. Herkes mutsuz ama herkesin gülümseyen çeşit çeşit resimleri dolaşıyor sosyal medya sayfalarında… Külliyen yalan…
Geçip gitmiş güzelliklerin, kaçırılmış trenlerin arkasından bakakalmışız öylece. Elimiz kolumuz sıkı sıkıya bağlı, beynimiz uyuşmuş ve duygularımız körelmiş…
Şüphe, endişe ve salt korunma dürtüleriyle donanmışken kimi kandırıyoruz ki?
Birbirimizin gönül gözünü görmeyeli çok oldu. Tepedekilere ne diye kızıyoruz ki kendi kapımızın önünü süpüremedikten sonra… En sevdiğimizle bile saç saça baş başa girmişken, büyük savaşlara niye şaşırıyoruz ki?
Yine de umut yüklü olmaktan vazgeçmiyorum dikkat ederseniz, yılgın yüzüm hiç yaşlanmamış gibi gülümserken, sağdaki soldaki gülümseyen resimlerimi de tek tek kaldırıyorum ortalıktan. Öyle çok mutsuz insan varken, hatta benim de içimde türlü türlü fırtınalar koparken, gülümseyen resimlerimin yanıltıcığıyla kıskandırıcılaşmasını görmek trajikomik bir durum yaratıyor ne yazık ki… 24 saat güldüğümü zannedenler var. Buna tahammül edemeyişleri de, tam kalbime fırlattıkları ateşli oklardan belli… 
İyi olmak ve iyi düşünmek, beyhude bir çırpınıştan başka bir şey değil bu saatten sonra… Ancak Che Guevara’nın sözüne uyar, bildiğimi okurum:
“Kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin.”
Vazgeçmek yok…
Herkese mutlu bir 2014 olsun. Bize hazırlanan bu değilse de, gönlümden geçen; gönül gözümüzü görenlerle birlikte sevgi, barış ve kardeşlik dolu bir yıl.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder