6 Temmuz 2012 Cuma

TUĞÇE ERSOY’U SEVMEMEK MÜMKÜN MÜ?


Sanatçıları neden severiz? Çünkü hayatımızı güzelleştirmenin bir yolunu mutlaka bulurlar. Duygu dünyamızı derinlemesine ziyaret ederler. Güldürürler, ağlatırlar… Zihnimizi çalıştırırlar bir nevi, düşündürürler… Empati kurarlar, her birimizle… Bizi bizden iyi tanıyabilirler. Onlar da bizim gibi insandırlar. Ama onlar hepimizin adına bir sözcü gibi, sanat vasıtasıyla konuşurlar aslında. En çok da insanları yansıtırlar ayna gibi… Ve daha çok da bulundukları yere renk, heyecan, umut ve güzellik katarlar.
İşte böyle biri Tuğçe Ersoy…
Bir sanatçının size kattıklarını birkaç paragrafta anlatarak bitirmek mümkün değil. Yine de kalemin ucuyla dokunmayı deneyebilirim diye düşündüm.
Ben kendisini Hanımın Çiftliği’ndeki “Pakize” rolüyle tanıdım ilk olarak. Ama onun oyunculuk kariyeri daha da eskiye dayanıyor. Bir süredir benim çocukluğumun geçtiği apartmanda oturuyor.
Onu çoğunlukla balkonunda keyif yaparken görüyordum. Ya kendi başına ya da arkadaşlarıyla birlikte oluyordu. Gidip de konuşmak, hal hatır sormak, beğenimi ifade etmek hiç aklıma gelmemişti. Nedenini tam olarak bilemiyorum. Belki çekindiğim için, belki de onu rahatsız etmemek için. Sanatçılık güzel bir meslek ama bazen ünlü olmanın getirdiği “mercek altında olma” durumu sıkıntı yaratabilir diye düşünüyordum. En azından bu benim fikrimdi. Sonuçta bu, kendisinin özel yaşamıydı. Her an, her dakika insanlarla konuşmak istemeyebilirdi.
Konuşup rahatsızlık vermekten çekinsem de uzaktan gözüm takılmıyor değildi. Bir kere “yaşanmışlık dolu” bir balkonu var. Orada kendisi yokken bile havasını hissedebiliyorsunuz. Birkaç bambu sandalye, capcanlı pembe renkte şirin tabureler, açılır kapanır portatif bir ahşap masa, balkonun demirbaşlarını oluşturuyor. Portatif masa demişken, bu tarzdaki eşyanın benim için anlamı geniştir. Çünkü gerektiğinde açılarak kalabalığı ağırlamakta kullanılan bu masa tipi, sosyalliğin ve gönül zenginliğinin göstergesi bana göre. Tuğçe Hanım da tam olarak böyle biri…
İçine küçük ve rahat minderler yerleştirdiği sepetler koymuş bir de kedileri için... Rahatlarını sağlarken büyük bir şefkat gösterdiği kediler de her daim oradalar ve sahipleri gibi keyifteler… Bu balkonun bahçe manzarası da oldukça iç açıcı… Yeşillikler içinde, samimi ve keyif içinde kullanılan, dediğim gibi “yaşanan” bir yer orası. Tuğçe Hanım’ın da ruhunu yansıtıyor.
Balkonda kimse yokken bile, onu ve sevdiği kişileri beklermişçesine sıcak ve davetkâr bir köşe orası... Bu köşeyi, zaman zaman kahvesini yudumlayarak kafa dinlediği, zaman zaman arkadaşlarıyla sohbet edip etrafı neşeli seslerle doldurduğu, zaman zaman kedileriyle oynadığı her daim kullanılan ve keyif veren bir yer haline dönüştürmüş…
Bunlar hep benim uzaktan gözlemlerimdi. Ta ki bir gün binanın kapısında karşılaştığımızda bende bir değişim oluşana kadar… Yine kendisini rahatsız etmemek için çabucak yanından geçip gidemedim o gün nedense... İçimden bir şey sanki beni dürterek ona yönlendirdi. Bir anda döndüm ve hiç hal hatır sormadan, doğru düzgün selam bile vermeden aklımı kurcalayan bir konuda ona fikir sordum. Aslında bir anlamda yardım istedim. Ben ki, insanlardan bir şey istemek için uzun zaman bekleyen bir insan… Ne olup da böyle olduğunu ben de anlayamadım.
Karşımdaki insan beni “düşüncesiz” ya da “kaba” olarak bile algılayabilirdi belki böyle bir durumda… Çünkü ona damdan düşer gibi sorular yönelttim. Ben ne yaptığımın şaşkınlığıyla silkinirken Tuğçe Hanım, tatlı sesiyle hemen hızlıca düşündü ve aklına gelenleri sıralamaya başladı. Bana nasıl yardım edebileceğini sesli olarak gözden geçiriyordu. Benim “inanılmaz” olarak nitelediğim bir yaklaşım içindeydi…
O konuşmasını bitirdikten sonra, teşekkür mü edeyim, özür mü dileyeyim bilemedim. Ama içimden gelenleri olduğu haliyle ona söylemek en iyisiydi sanırım. İlgisine ve içtenliğine teşekkürle başladım ve utana sıkıla özür diledim. “Damdan düşer gibi oldu benimki ama nolur kusura bakmayın! Bir anda içimden bir ses size yöneltti beni” deyiverdim. O ise zaten art niyet arayacak ya da kibirli davranacak durumda ya da yapıda değildi.
Ünlü kişilerden biraz mesafe, biraz kendini beğenmişlik, biraz da kendini farklı görme durumu beklenir çoğu zaman. Böyle olsa bile bunu kimse yadırgamaz. Çünkü şöhret bunu gerektirir ve doğaldır diye düşünülür. Ama Tuğçe Hanım’da bunların hiçbirinin kırıntısına bile rastlayamazsınız.
O gerçekten bizden biri gibi…
Gibisi bile fazla belki… Hatta şimdi düşündüğümde, yanında arkadaşları olduğunda onların bile etraftakilerden selamlarını ve güler yüzlerini esirgemediklerini anımsıyorum.
Sanatçı, böyle bir duyarlılık yayıyor işte yaşadığı yere… Hepsi değil belki ama Tuğçe Hanım ve onun gibi olanlar böyle en azından…
Benim özürlerim ve utancım biraz hafifleyince ayaküstü ondan söz ettik. Şimdi “Sakarya Fırat” adlı askerlik dizisinde “Zeliha” rolünü oynuyormuş. Ben Hanımın Çiftliği’nden sonrasını bilmiyordum. O gün öğrenirken ben yine kendimi ayıpladım neden daha önce konuşmadım diye… O ise tatlı tatlı anlatmaya devam etti…
İnanılmaz…
İşte sanatçı kimliğini hakkıyla taşıyabilen biri, insanlığı ve duyarlılığıyla böyle örnek oluyor çevresindekilere…
Kendisi aynı zamanda 1960’lı yılların “Kalipso Kralı” olarak anılan Metin Ersoy’un da kızı oluyor. Bunu kendisi ifade etmedi, ben onunla ilgili araştırma yaparken öğrendim. Her karşılaştığımızda kendisiyle ilgili yazmak istediğimi söylüyorum, o ise bir türlü yazamayışımın nedenini düşünmeden ya da sorgulamadan, aynı iyi niyetle benim yardım istediğim konuda neler olduğunu soruyor. Ben onunla ilgiliyken, o benimle ilgileniyor. Benim heyecanımı nasıl paylaştığını, benimle birlikte nasıl umutlandığını gözlerinden okuyabiliyorum. Çıkar güdülmeden yardım etmelere, hasis duygular barındırmadan sevinç paylaşmalara pek alışkın değiliz ya, işte ondan bu şaşkınlığım…
Oyuncu eleştirmeni değilim ama kendisini Hanımın Çiftliği’nde severek izlerdim. Yeni rol aldığı diziyi ise henüz izleyemedim. Şimdi de yaz tatiline girdi maalesef… Ben kendimi ona borçlu hissederken, o hala karşılaştığımızda benim cephemdeki gelişmeler için seviniyor. İçtenlikle, maskesizce ve güler yüzle…
Soruyorum şimdi size, Tuğçe Ersoy’u sevmemek, ona hayran olmamak mümkün mü?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder