Bir hafta sonu kaçamağından iz bırakan anılar ne kadar hoştur düşününce…
Tam da dönüş hazırlığına girişmişken aklına geliverir insanın... Ne tatlı bir
zaman dilimiydi diye, ne iyi ettik de geldik diye… İşte tam da öyle oldu bir
Pazar gününün akşamüstü saatlerinde… Yerli halktan bir taksi şoförünün iki
kelimelik esprisiyle birlikte, kendimizden geçiverdik… Hem gülmeye hem de
zamanın değerini bilmeye başlayıverdik. Bir de birbirimizi daha çok sevmeye…
İstanbul’dan çok uzakta bir yerde değiliz. Deniz var, güneş var, rüzgâr
var. Doğa nimetlerinin getirdiği tatlı bir huzur ve baldan tatlı dostlar var…
Yaklaşık iki günü geride bırakmışız. İstanbul’u arkamıza bile bakmadan
terk ediversek de gittiğimiz yerde bol bol dedikodusunu yapmışız. Kalabalıkmış,
pismiş, kötüymüş, zormuş diye…
Denizin tadını mümkün olduğunca çıkarmaya çalışmışız ama sabah
uykularından da vazgeçememişiz. Oysa gün doğumundan az sonra ne güzeldir deniz.
Ne tenha ve ne kadar sizin olur o saatlerde… Uyku galip geldi ama artık bir
dahaki sefere…
Akşamın ılık rüzgârında kadehleri kaldırmışız dostluğa ve beraberliğe… Hemen
akabinde de ulaşılmış hedefleri kutlamışız. Hesapta olmayan bir canlı müzik
eşlik etmiş bize. Yemeğe başlamadan sormuşuz garsona “ne çalacak?” diye. “Her
telden” diye bir cevap almışız. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir düğün
yerine dönüvermiş bulunduğumuz mekân. Bir tek gelinle damat eksik! Oldu olacak
bizim kutlamamızı pekiştirmek için denk gelmiştir bu eğlence, bu geceye…
Bir yarayı unutturan, bir eksikliği gideren dostlar yanı başımızda
olmuşlar melekler gibi… Herkes birbirinin ayıbını örtmüş, sevincini paylaşmış.
Geç kalmış bir minik pasta ve üzerinde bir mum… Gecenin minik sürprizi ve
sevginin büyük anlamı oluvermiş… Paylaşmak için şaşalı, gösterişli şeylere
gerek olmadığını hatırlatalım hemen.
Uzun zamandır ara verilmiş olan eski hobilerden bir mesai… Bayanlar bir
köşeye çekilip birbirlerine gelecek okumuşlar. Kalpler temiz olunca dilden
dökülenler de güzel ve gerçeğe yakın olmuş. Bir anlamda da dertleşme, ferahlama
ve değişiklik…
İlerleyen günler için haberler ve siparişler bırakılmış ayrılmadan önce… Etrafta
kim varsa iltifat edilmeden, teşekkür edilmeden ve güler yüz gösterilmeden
geçilmemiş.
Derken gitme vakti gelip çattığında, ufak çantalar toplanmış. “Yine gelelim” denmiş… Son eksikler giderilip
de arabaya yerleşilmekte iken, bir taksi şoförü de bizim tarafa doğru
yaklaşmakta…
Az önce arkadaşımızın eşinin su almaya gittiği marketin önünde bir taksi
park halinde… Hepimiz o tarafa doğru bakıyoruz nedense, hani ”hadi
gel de gidelim artık” dercesine… Malum İstanbul trafiğine Pazar akşamı
yakalanma korkusu inceden sarmaya başlamış bizi… Arkadaşımız da biraz
gecikince, öyle dalıvermişiz o tarafa doğru…
O sırada Karadenizli olduğu şivesinden anlaşılan taksici bize bir bakış
atıyor ve en önde sabırsızlıkla eşini bekleyen arkadaşa bu muzip soruyu
yöneltiyor;
“Bana mı bakaysun?”
Arkadaşımız “yok abi eşime bakıyordum”
diyor ama aynı anda basıyoruz hep birlikte kahkahayı! Taksici de bizimle
birlikte…
Sinirler gevşemiş, kısa tatil işe yaramış belli ki… Ama yine de tüm hafta
sonu boyunca kutlamalar, deniz ve plajdaki eğlence, bir o kadar da sohbet
sırasında bu kadar gülmediğimiz fark ediyorum. Oysa her şey tam anlamıyla
istediğimiz gibiydi…
Biz, küçük arkadaş grubunun üyeleri… Hepimiz fazlaca hayatı ve olanları
düşünüyoruz galiba... Fazlaca olgun hallerdeyiz ve hep ileriyi planlamakla,
mevcut durumları sorgulamakla meşgulüz. Tüm hafta sonu kaçamağı boyunca da yine
“düşünen adam” hallerindeydik… Bunun kırıldığı tek an, işte o taksicinin bizi
şaşırtan ve kahkahalara boğan o sorusunu sorduğu an oldu…
İyi ki geldin ve damdan düşer gibi o soruyu sordun be taksici abi… Hayat
bu kadar ciddiye almaya değmez ki… Hep böyle güldürecek, neşelendirecek
insanlar olsun etrafımızda… Çok ihtiyacımız var…
Bir o kadar da hafta sonunun güzelliğini hatırlattı bize sağ olsun.
Herkesin böyle dostlukları, böyle güzel zaman dilimleri olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder