Eskiden
tanıdığım biri olmasa onunla bu konuda kavga bile edebilirdim. Az buçuk
muhabbetimize saygımdan onu bozamadım, yeremedim. Oysa o toplumsal
yaralarımızdan birini fark etmeksizin zorluyordu. En kıymetli varlığını, çok
kıymete binmiş görünen ama insanı geçiciliğiyle aldatan bir şeyle kıyaslıyordu.
Yerine göre yastık yorgan altlarında, çamaşır içlerinde, sandık
diplerinde, kıyıda köşede akla gelmeyecek yerlerde saklanıp yeri geldiğinde de
gösteriş aracına dönüştürülüp ele güne karşı sergilenmesiyle şişinilen bir dünya
malını canından kopup gelmiş bir insana nasıl tercih edebilirdi?
Gülüyordum ama aslında aklıma şaşıyordum. Fikren anlaşamadığımız
kişilerle nasıl da yaşayıp gidiyoruz. Bir lafı için birbirini boğazlayan, farklı
bir fikir yüzünden karşısındakinin soyunu sopunu yok etmeye yemin eden, bir
öfke nöbeti sırasında gözü kararıp ne yaptığını kontrol edemeyen insanların
arasında yaşamakta olduğumuzu hatırlatıyor bana. Ben sadece gülebiliyorum ona.
Kendime mi ne hale geldiğimize mi yoksa sinirden mi güldüğümü tam da
bilemiyorum.
“Her ay bir çeyrek!”
Başlık paralarının da özünde bu yok muydu zaten? Tartılmış, satılmış,
bozdurulup harcanmış küçük kızların kaderine yerleşen bir kara leke değil miydi,
parıltısının tersine karanlığı getiren altınlar? Üstüne başına (orasına
burasına) takılıp takıştırıldıkça değerini (ederini) karşısındakine satmayı
öğrenen, beyinleri yerine bedenlerini kullanarak yaşaması beklenen zavallı
kızlarımız…
“Seni yapmasaydım her ay bir çeyrek
alırdım biliyor musun?”
Bunu kızına söylemiş gerçekten. Şaka yaptığını sandım ama söylemiş. Normalde
esprili adamdır. Güldürür bizi hep. Bu sefer acı gülümsüyorum. Şaşkın
gülümsüyorum. Hayal kırıklığıyla gülümsüyorum. Ayaklarımın dibinde çatır çutur
bir şeyler eziliyor sanki. Şok oluyorum. Ben onun yerine kızardığımı
hissediyorum. Bakıyorum, adam gayet normal, sıradan bir şey konuşur gibi…
Dayanamayıp son bir umutla soruyorum.
“Sen benim altından kıymetli
kızımsın diye bu konuşmayı bağladın değil mi abi?
Yoo diyor.
Ne yaptın abi…
Ah be abi!
Ona verdiğim bütün selamları geri alasım geliyor. Kasasına kazandırdığım
paraları da.
Hani o pişmanmış ya tek kızından. Kızını hışımla çekip alasım geliyor.
Geçim sıkıntısı ne hallere soktu insanları desem. Yok yok bu bakış açısı,
örümceklenmiş olarak tabir edilen kafaların dibine kadar yerleşmiş bir hastalık
gibi.
Çocuk demek masraf demek gibi pişmanlığı
endişelerine karışmış bir yorumu zaten sık sık kullanırdı. Hemen hemen her
konuştuğumuzda, sohbet biraz ilerledikçe ortaya çıkan bir bomba gibiydi bu. Ama
onu biz duyduğumuz için çok sorun etmemişim galiba, kızının duymadığını
varsayarak. Bir dakika ya… Ya duyduysa?
Nerede kalmıştı o ceketimi satar yine seni okuturum diyen babaların
şefkati, fedakârlığı ve özverisi? Bir baba kızını nasıl olup da bir çeyrek
altından daha değersiz görebiliyordu?
Her ay bir çeyrekten de öte, bir tam altını kenara koymayı hedeflerken
yeni doğmuş torununu hiç düşünmeyen bir kadına da çok kızmıştım daha önce. Ama
bu sefer bir başka oldu.
Çeyrek çeyrek kırıldım o gün
Çeyreklere bölündüm o gün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder