12 Temmuz 2019 Cuma

AŞK MI PARA MI?


“Zengin olunca bana uyum sağlayabilecek misin ki seni beğeneyim” gibi bir şeyler demişti. Çok kırmıştı karısının kalbini. Zaten bir türlü onun hoşuna gidecek sözleri söyleyemiyordu. Belki de bu yüzden bir türlü istediği paraya kavuşamıyordu.

Kadının ise daha eski zamanlarda, parası olunca her şeyin daha kolay olacağını, günlük hayatı ve geleceğine ilişkin tüm endişelerinin sona ereceğini ya da iyice azalacağını; hayatının kurtulacağını düşündüğü bir dönem olmuştu.

Adamın sözleri canını acıtmaya başladıktan sonra fikri değişmişti. Artık haneye bolca para gelse bile, ilişkilerinde huzur olmayınca mutlu olamayacağını anlıyordu. Bunu adama da söylemişti de ağzının payını almıştı bir güzel!
“Yok” demişti adam. Anlamamıştı. Kadın aslında aşka verdiği değeri anlatmaya çalışıyordu. Anlaşılmamak, sevilmemekle eşdeğerdi…
Her şeyim tam olsa da seninle mutlu olamadıktan sonra ne anlamı var ki demek istiyordu.
Pahalı, lüks ve konfor içinde yaşayan herkesin her şeyi halledebildiğini mi sanıyorsun ki demek istiyordu. Diyemiyordu. Hemen kavgaya tutuşuyorlardı o anda…
Adam, paranın getireceği lüksü değil gücü istiyordu. Ezilmemeyi parayla sağlayabildiğiniz, işin gücün ötesindeki tüm imkânlara maddiyatınız kadar erişebildiğiniz, aklınızda bir şey varsa paranın verdiği rahatlık sayesinde tutturabildiğiniz bu düzende haksız da sayılmazdı.
Gözden kaçırdığı şey, kadının duygularıydı.
Kadın onu her şartta seviyordu. Daha iyisini o da istiyordu. Kim istemezdi ki… Kadın bir tek adam onu bir türlü anlamadığında mutsuz oluyordu.
Kadın, duygularına ulaşılamadığında bir hiç gibi hissediyordu. Hiçlikte gibi, boşluğa düşüyordu. Siz de artık bir hiç oluyordunuz onun gözünde… Kim olursanız olun yazıyordu kalbinde bir kenara, kara defterine.
Adamın tek derdi kadına yaranmak değildi tabi ki. Onun kendi istekleri, kendince ihtiyaçları, gitgide uzaklaştığını gördüğü büyük hedefleri vardı. Azalan hayallerine küsüyordu bazen. Onu bu duruma sokan şartlara, insanlara, hayata… Bir öfke birikiyordu içinde, kendinin tanımlamaktan anlamaktan çok uzak olduğu. Kime püskürteceğini bilemiyordu o da yoğunlaşırken boğuklaşmış enerjisini. Yine en birikmiş öfkelerinin acısı insanın en yakınlarından çıkıyordu. İşte o sırada emek verilmiş güzel anılar azalıyordu. Kırılan kalplere bir yolculuk başlıyordu ki bir daha içinden çıkması mümkün olmuyordu.
Kim kimi ne kadar anlıyordu?
KİM KİMİN İÇİN YAŞIYORDU?
Bireysel özgürlükler böyle toplumlarda mümkün müydü gerçekten?
Kimse artık hiçbir şey bilmiyordu. Kaçan ipin ucunu kimin tutacağı belli değildi.
Uzun gecede kadın ağlıyordu, adam sigara içiyordu.
Aşk denen masal, kâh kadının narin, çaresiz ve yalnız gözyaşlarında ıslanıyor, kâh adamın sigarasına benzemiş izmarit kokulu, acılaşmış, buruşmuş sözlerinde ezilip gidiyordu.
Bazı şeyler havada kaldığında ne para kurtarabiliyordu artık onu ne de aşk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder