“Zengin olunca bana uyum sağlayabilecek misin
ki seni beğeneyim” gibi bir şeyler demişti. Çok kırmıştı karısının kalbini.
Zaten bir türlü onun hoşuna gidecek sözleri söyleyemiyordu. Belki de bu yüzden bir
türlü istediği paraya kavuşamıyordu.
Kadının ise daha eski zamanlarda, parası olunca her şeyin daha kolay
olacağını, günlük hayatı ve geleceğine ilişkin tüm endişelerinin sona ereceğini
ya da iyice azalacağını; hayatının kurtulacağını düşündüğü bir dönem olmuştu.
Adamın sözleri canını acıtmaya başladıktan sonra fikri değişmişti. Artık
haneye bolca para gelse bile, ilişkilerinde huzur olmayınca mutlu olamayacağını
anlıyordu. Bunu adama da söylemişti de ağzının payını almıştı bir güzel!
“Yok” demişti adam. Anlamamıştı.
Kadın aslında aşka verdiği değeri anlatmaya çalışıyordu. Anlaşılmamak,
sevilmemekle eşdeğerdi…
Her şeyim tam olsa da seninle mutlu olamadıktan sonra ne anlamı var ki
demek istiyordu.
Pahalı, lüks ve konfor içinde yaşayan herkesin her şeyi halledebildiğini
mi sanıyorsun ki demek istiyordu. Diyemiyordu. Hemen kavgaya tutuşuyorlardı o
anda…
Adam, paranın getireceği lüksü değil gücü istiyordu. Ezilmemeyi parayla
sağlayabildiğiniz, işin gücün ötesindeki tüm imkânlara maddiyatınız kadar
erişebildiğiniz, aklınızda bir şey varsa paranın verdiği rahatlık sayesinde
tutturabildiğiniz bu düzende haksız da sayılmazdı.
Gözden kaçırdığı şey, kadının duygularıydı.
Kadın onu her şartta seviyordu. Daha iyisini o da istiyordu. Kim
istemezdi ki… Kadın bir tek adam onu bir türlü anlamadığında mutsuz oluyordu.
Kadın, duygularına ulaşılamadığında bir hiç gibi hissediyordu. Hiçlikte
gibi, boşluğa düşüyordu. Siz de artık bir hiç oluyordunuz onun gözünde… Kim
olursanız olun yazıyordu kalbinde bir kenara, kara defterine.
Adamın tek derdi kadına yaranmak değildi tabi ki. Onun kendi istekleri, kendince
ihtiyaçları, gitgide uzaklaştığını gördüğü büyük hedefleri vardı. Azalan
hayallerine küsüyordu bazen. Onu bu duruma sokan şartlara, insanlara, hayata… Bir
öfke birikiyordu içinde, kendinin tanımlamaktan anlamaktan çok uzak olduğu.
Kime püskürteceğini bilemiyordu o da yoğunlaşırken boğuklaşmış enerjisini. Yine
en birikmiş öfkelerinin acısı insanın en yakınlarından çıkıyordu. İşte o sırada
emek verilmiş güzel anılar azalıyordu. Kırılan kalplere bir yolculuk başlıyordu
ki bir daha içinden çıkması mümkün olmuyordu.
Kim kimi ne kadar anlıyordu?
KİM KİMİN İÇİN YAŞIYORDU?
Bireysel özgürlükler böyle toplumlarda mümkün müydü gerçekten?
Kimse artık hiçbir şey bilmiyordu. Kaçan ipin ucunu kimin tutacağı belli
değildi.
Uzun gecede kadın ağlıyordu, adam sigara içiyordu.
Aşk denen masal, kâh kadının narin, çaresiz ve yalnız gözyaşlarında ıslanıyor,
kâh adamın sigarasına benzemiş izmarit kokulu, acılaşmış, buruşmuş sözlerinde ezilip
gidiyordu.
Bazı şeyler havada kaldığında ne para kurtarabiliyordu artık onu ne de
aşk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder