İstanbul’da güzel olan ne kaldı? Yeri, konumu, tarihi, coğrafyası ve
içinde birikmiş anılardan başka… Evlerde mi yoksa ofislerde mi aradığımız
sıcak, tatlı, yalın, taze kokan umut veren, birleştiren duygularla olgular?
Yoksa alabildiğine özgür, iyiyle birlikte kötüye de sonuna kadar açık,
güvenliğin azalışından korkusuzca tehlikelerine yürünebilen doğasına,
tıkırtılarına, gürültülerine ve karanlıkta saklanan pusularına rağmen
vazgeçmeye direndiğimiz sokaklarında mı?
Gelişli gidişli uzun bir caddede Pazar gününün soğuyan akşam saatlerinde,
ışıkların dibinde tam da köşede, klasik duruşuyla bir çingenenin ufacık çiçekçi
dükkânıydı belki de bu şehrin insanı gülümseten, kendini izlettiren, içine
doğru çeken güzel kalmış son öğelerinden biri…
Ne ışıklarda bekleyen arabalardan inen oldu ne de ilerde uygun bir yerde
park edip geri dönen. Hep yürüyerek geliyordu müşterileri. Tam da o civardan.
Onu bilen birileriydi sanki o akşam vaktinde akşam pazarı tadındaki çiçekçiden
birer buket kapıp yoluna devam edenler. Evine varmadan telefonla arayıp son bir
kez eksik olup olmadığını sorup da ekmek, yoğurt, tatlı almak gibiydi çingenenin
çiçeklerinden bir kucak kapıp götürmek. Evine, misafirliğe, kutlamaya, geçmiş
olsuna, hayırlı olsuna rengârenk bir demetle katılabilmek… Bu şehrin özel
kalabilmiş, kaybolmamış, var olmuş inceliklerinden biriydi.
Kırmızı yemenisi, etekleri fırfırlı çiçek desenli önlüğü, ayaklarına
uzanıp terliklerini yarı örten bol eteği, üzerinde kendi yeleği, onun üstüne
yetmemiş bir de erkek yeleği giyişine bakılırsa erkeği yanında değilken de onu
sarsın, kollasın istercesine sarmıştı üstüne. Hep bir eli üzerinde olsun aklı
fikri, bedeni onunla olsun isterdi tüm kadınlar gibi, üzerinde ondan bir parça
taşımanın mutluluğuna sarınırdı, soğuk kış akşamında. Böylece beklentisiz
gülümsemesi bir kat daha artardı. Ona sarındıkça, kokusunu aldıkça hayatı daha
çok severdi belki de şehirlilerin tersine…
Belki de bu yüzdendi kimi varlıkların doyumsuz yaşamında olmayan gerçek
bolluk bereket ve neşe dolu satışları. Bir sanat eserine eğilir gibi eğilirdi
onlar çiçeklerine, bir kadına sunar gibi aşk ile sunardı müşterilerine,
biliyorum biraz da bilmişlikle kurnazlıkla belki… Onlar da çok nüfuslu göz göz
odalardaki ailelerini geçindirme derdinde…
Duvarın dibinde plastik bir çamaşır sepetinde duruyordu renk renk ambalaj
kâğıtları. Piknik tüpünün üzerinde klasik tipteki eski çaydanlığı ona yoldaş
olmuştu nasıl olsa. Yarım saatte dört kişi gelip gitti. Dur durak bilmeden
ayakta kalan, her gelenle ayaküstü sohbetini yapmayı bilen, sonunda da iyi
dileklerini sunan bu varoşların çalışkan kadını, akşam vaktinin çöküşüne
aldırmadan birilerinin gönüllerini toparlayarak kazanıyordu parasını. Buket
buket yayılıyordu sevgi, nezaket, sıcaklık koca taşlaşmış şehire…
Mercedesteki bir kadın, çiçeklerini satan bir çingeneden daha mutlu değil
kimi zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder