Yağmur yağacak dediler ya, mutlaka çıkmam lazım sokağa. Hem de botsuz,
şemsiyesiz, hazırlıksızca yine. Bu şöyle bir şey; süslenir püslenir her
ayrıntıya özenir de çıkarak kimseyle karşılaşmadan eve tıpış tıpış dönmenin
aksine, en doğal halinle ve birazcık da dağıtmış bir şekildeyken çıkıp da en
umulmaz kişiye rastlamanın kendi halindeliğinde, özünde her şeye ve kendine
güvenmekle alakalı belki de…
Çingenem köşesindeki yerini almış çocuklarıyla. Bugün yanına
gidemeyeceğim ama o hep benim kalbimde. Hafriyat kamyonlarıyla kepçeler eskisi
kadar olmasa da göze çarpıyor, koca endamlarıyla yine “ben buradayım” diyor. Merkez
bölgedeki çarşı kısmı yine her zamanki halinde, biraz is ve sigara dumanı,
biraz kalabalık biraz da karışık. Bilirsiniz herkes ekmeğinin derdinde ve herkes
biraz gamlı bugünlerde…
Sokakların içine doğru ilerlerken yeni yapılmış lüks binaların
altlarında, az öncekine nazaran daha parlak, daha ışıklı, daha nüanslı dükkânlar
dizildiğini görüyoruz bu defa. Tek tük müşterileri var tabi ama eskileri kadar
iş yapmadığı belli. Tabelaları ve camları pırıl pırıl parlıyor. Ufak ufak yan
yana dizilmiş hayvan kafeslerini andırıyorlar sanki. O bölgenin kaymaklı
müşterileri oralara uğruyor.
Biraz daha ileride, ara sokakların içine doğru daha ücra bir köşede
gözüme cici görünen, şirin bebek kıyafetleriyle camlarını doldurmuş ufak, eski
bir dükkâna rastlıyorum. Yün, örtü, bebek süveterleri falan var dikkatli
bakınca. Bana bir yorgan düğmesi lazımdı. Esasen benim sürekli uğradığım buna
benzer farklı bir yer var ama bugün de buraya bakalım ne olacak ki?
Kapıyı aralayıp iyi günler diledikten sonra ihtiyacım olan şeyi tarif
ediyorum. İçerisi de oldukça sıcak bir yere benziyor. Daha çok yünlerle dolmuş
raflar. Sanki dertlenince uğrayıp sahibiyle bir kahve kaçamağı yapılan dostane,
mahalle arasına gizlenmiş hoş bir odaya benziyor bir dükkândan ziyade.
Ah benim hayal gücüm! Şimdi kafana bir sopa inmek üzere!
İçerideki sarı saçlı, orta yaşlı, hafifçe kilolu hanım gözlüklerini
düzeltip bana bakıyor. Tam da o sırada ufak bir köşeye dizilmiş olan çeşit
çeşit düğmeleri fark ediyorum. Aslında ne kadar da güzel görünüyorlar. İrili ufaklı,
kalpli, mavili, pembeli, bebek desenli çeşit çeşit. Daha bakarken başka
diyarlara gidiverdim. Kadının benimle aynı frekansta olmadığını anlamak için
çok beklemeyeceğim anlaşılan.
“Bunların içinde bizim yorganın
düğmesine benzer bir şey yok sanırım.”
Samimiyetle buna karar verişimin ardından kadının buz gibi cevabı
yapışıyor yüzüme…
“Bizde öyle yorgan düğmesi yok
zaten!”
“Git hadi” der gibi! Aman Allahım! Çok büyük bir satış yapmayı umuyordu ve
hayal kırıklığına uğrayınca da kabalaştı herhalde. Bu hareketi en çok
taksiciler yapar hani. Uzak bir yere gitmeyeceğinizi anlayınca buzdolabına
dönüşürler. Yokmuşsunuz gibi davranırlar. Saygıyı falan bırakın, bir an önce
kurtulunmak istenen bir pisliğe dönüşüverirsiniz o anda. Sanki herkes her an
havaalanına gitmek zorunda!
Yine gözüm düğmelere kayıp hâlâ bir umutla o düğmeden aranırken kadının
arkasını dönüp diğer tarafa geçtiğini fark etmiyorum tabi. Sonra bir bakıyorum
ne teşekkür edecek ne de iyi günler, hayırlı işler dileyecek biri kalmış ortada…
Ne kadar yazık. Hani eskiden ayağı alışmak diye bir şey vardı. Her şeyin para
olmadığı dönemlerde yeni dostluklar böyle böyle kurulurdu. Kötü bir dönemdeyiz malum
ama yine de böylesine hiç denk gelmemiştim. Kötü günündeydi herhalde ne bileyim…
Yine de ve hâlâ iyiye yormaya çalışsam da biraz bozuluyorum. Kapıyı çekip
çıktıktan sonra sokağın diğer köşesinden tekrar bakıyorum kendi halindeki, ufak
ama bana göre albenili dükkâna. Ufak mekânları büyük yürekler yüceltir,
değerlendirir, zenginleştirir aslında. Bir daha oraya gideceğimi hiç sanmıyorum.
Eski bir aile dostumuz, hayatta dost biriktirmekten bahsederdi. Yakın dost
olması şart değildi onun anlatışına göre. İnsan çemberimiz ne kadar geniş
olursa hayatımız da o denli anlamlı olurdu. Bu toplumdaki her türden insanın
kalbini kazanmakla eşdeğerdi benim anladığım. Kimine sadece selam verip hatır
sormak olabilirdi mesela. Herkesle yakın olmasak bile herkesi sevebilirdik
belli bir düzeyde. Onlar birikirdi ve bize büyük bir hediye olarak dönerdi
hayatta.
Oradaki hanım beni müşteri portföyüne ekleyemediği için üzülmüyordur ama
ben onu biriktirdiğim insanların arasına alamadığım için biraz üzgünüm.
Hayatta ne sizden istenen ne de verebildiğiniz ufak bir şeyi küçümsememek
lazım oysa. Biz insanlar bir gün her şeyimizi kaybetsek bile aramızdaki sevgi
bağını koruyabiliriz. Bugün küçük sandığımız bir şey yarın bambaşka bir şeye dönüşebilir.
Dönüş yolundayken yağmur hızlanıyordu. Akşam olurken yine herkes ektiğini
biçiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder