Bazen birinin canının yanabileceğini düşünmek; büyük, incelikli, özverili
ve az rastlanan bir empatik yetenek… Bana sorarsanız altıncı duyu organımız, KALBİMİZ…
Kayıplarımızın ayıplarımızı örtemediği gibi acılarımız da bahanelerimiz olamaz.
Ancak herkesin iyiliği için, hassas noktalara bin bir kere düşünerek temas
etmeli. Belki de yanından bile geçmemeli…
Gösteriş odaklı bir yaşam tarzımız var bizim. Göstermek, sahip olmaktan
daha önemli. Duyulmalı görülmeli ve bilinmeli, şayet bir şeylerimiz varsa. Her
şeyin fazlası göze göze sokulmalı, ta ki koca bir toplum kör olana kadar…
Maddi ya da manevi fark etmeksizin bir görücü yoluna girmeye koşullanmış
hayatlarımız artık bize ait değil. Uzaktan kumandayla yönetiliyor,
seçimlerimizmiş gibi görünen zorunlu hallerimiz. Esiri olunan her şey gibi
kimlik, kişilik ve beyin gücümüz de uyuşturulmak suretiyle çoktan ele
geçirildi.
Aksi halde bu kadar göz önünde olmazdı, korunması ve mahrem kılınması
gereken değerler. Birileri diyor ki,
“Her şeyin benim elimde. Tüm kontrolün,
kararların, sevdiklerin, seçimlerin ve aidiyetin bende…”
Işıltılı çatal bıçak takımlarıyla bin bir desenli masa örtülerinden,
sunulan yemeklerden tutun da pamuksu bebek popolarına kadar her şey ortada
artık. Özel hediyeler, özel kalması gereken günler, ilişkiler, sevişmeler,
kavuşmalar... Her şey ne kadar saklı kalması gerekiyorsa o kadar ortada.
Ayıptı eskiden, günahtı bir dönem, ne bileyim görgüsüzlüktü,
saygısızlıktı, düşüncesizlikti… Artık tam gaz paylaşım ve tüm hayatlar
detaylarıyla sergide, canlı yayında…
Göze sokulan bu kadar şeyin yanında gözden kaçırılmış, ince ince
gözyaşlarını sessizce döken, yalnızlığına sarılmış, çarelerinden uzaklaştırılmış
bir acımız var aslında. Avaz avaz bağırsa da sesi aslında baya kısıkça…
Kimin neyi eksikse orasından yaralarsınız. Kıymetli birşeyini kaybetmiş
ya da onu hiç elde edememiş insanların damarına damarına basarsınız böyle.
Karnı açsa karnına, gönlü açsa gönlüne kuvvetli bir tekme savurmuş
olmaktan bir farkı yoktur ki bunun.
Annelik neden göze sokulmaz? Acıtır da ondan.
Ben en çok annesizlikten yaralıydım örneğin. En çok o yönden yandım,
kavruldum. Kırıldım, kıskandım ya da gücendim. Çok sahneler vardır aklımın bir
köşesinde, hâlâ unutmakta zorlandığım. Ve tabi bolca şifa bulmamış yaralar,
herkesin içinde olduğu gibi. Bir sarılış, bir söz, bir paylaşım, bir etkileşim
öyle çok dokunabiliyor ki birinin hayatına, yaralı ruhuna. Etkisini görseniz,
gizli kalmış tepkisini bilseniz olanca hızıyla çekerdiniz ellerinizi oradan, “napıyorum ben!” diye kendinizi
tokatlardınız belki, azıcık vicdan kaldıysa tabi…
Kiminin aşkı yok kiminin kariyeri, kiminin bebeği, kimin evi, kiminin
kardeşi veya anne-babası… Kiminin aklı, kiminin fikri, kiminin parası, kiminin
tek bir kırık aynası…
Kiminin gönlünde yaşamış bir ömür boyu birinin hatırası…
Ne özenli yemek sofraları,
Ne büyümekte olan karınlar,
Ne düğünler ne nişanlar,
Ne aşklar ne hediyeler,
Kavuşmalar, sarılmalar,
Arabalar, yatlar ve katlar
Bebekler ah heleki o bebeklerin masum kimlikleri…
Göze sokulmaz.
Birilerinin canı yanar. Bir şey yayınlarken birden fazla kere düşünmeli.
Kime neyi anımsatır, kalbini ne kadar acıtır.
Biz ne zaman böyle patavatsız kafalar ve acemi kararlarla, tutarsız adımlarla yürüyen bir toplum olduk?
Biz ne zaman birbirimizin yüzüne bakarken bu kadar kaybolduk?
Kim, nerede, kiminle, nasıl diye diye kokuşmaya yüz tuttuk.
Geri kaldık, yetmedi.
Savaştık yetmedi.
Gün ışığı altında nice karanlıklar yaşadık, yetmedi.
Küçüldük, basitleştik ve bayağılaştık, yetmedi.
Kumar masalarına dönüştü geleceğimiz.
Annelik kutsal, annelik nazenin, annelik derin, annelik özel, annelik bir
sürü şey…
Nasıl olup da birbirimize bu kadar diken diken batırabiliriz birbirimizin
acılarını…
Böyle böyle büyük bir aile olmaktan çıkarak türlü maskeler takmış
yabancılar haline gelebiliyor ve buna da birtakım kılıflar uydurabiliyoruz.
Amacına uygun kullanılmayan her araçta olduğu gibi, bugünlerimizi de
elimize yüzümüze bulaştırabiliyoruz.
Tarifsiz duygular yaşayabilirsiniz, ancak bu kimseyi sizin kadar ilgilendirmiyor.
Ayıp olmasın diye, kibarlıktan, adetten, alışkanlıktan, korkudan birtakım vesilelilerle
süslü tebrikler yağıyor ve o sırada bilin ki birilerinin bir yerlerde çok canı
yanıyor.
Aslında en büyük yalnızlık ve düşüncesizliğimizdir göze sokulan
kutlamalar.
Kalplerdeki büyük yaralar yüzünden çıkmıştır hep büyük savaşlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder