Konforlu yataklar alıyor, üzerini allı pullu şatafatlı örtülerle
süslüyor, etrafına mumlar yakıp koyuyor ama içinde sevişmiyorsunuz. Ne anladık
o işten? Fotoğrafını çekip yayına sürüyorsunuz bir de… Herkes görsün, hayallere
dalsın, peri rüyalarında sansın sizi… Oysa hepimiz biliyoruz ki artık aşk
çocukları doğmuyor bu dünyaya…
Belki de gezegenimiz büyük bir ikiyüzlülük, arsızlık, nursuzluk
sınavından geçiyordur. Kim kime neyi ne kadar yutturabilirse dünyası… Erdemler,
şerefler, haysiyetler ölmüştür, başımız sağ olsun… Geride en çok yalan ve yılandillerin
eşsiz çirkinlikteki efsaneleri kalmıştır. Güneş doğmaya, yağmurlar inmeye, rüzgârlar
savrulmaya utanıyordur artık buradan.
Bitirip tükettik ya buraları, yeni yerler arayalım ayak basmaya... Haydi,
açılalım evrene doğru ve rezilliklerimizi yayalım. Mavi beyaz hayallerimiz,
kırmızı fantezilerimiz, rengârenk günlerimiz vardı eskiden. Şimdi her yeri
siyaha boyadık, grilerin tonlarına razı gibiyiz.

Hesaplar arttı, etiketler yükseldi, masraflar boyu aştı, binalar
yükseldi, insanlar alçaldı. Kaosun ortasında, bir kameranın ucunda ve bu kadar
edepsizce yaşanamazdı özel duygular… Özel insanların içinden önce usulca
birbirine yansırdı sonra da etrafa yayılarak çoğalırdı önceden. Şimdi oramız
buramız ya çok fazla açık ya da gereksizce kapalı. Doğmuyor, doğamıyor artık
gerçek aşk çocukları…
Ne istiyorsun koca hayat? Nasıl da büyüyüp dikildin tepemize böyle
korkunç canavarlar gibi? Bizi bize bırakmıyorsun bir türlü? Daha ne olduğumuzu
kim olduğumuzu bilip anlayamadan bitiyor her şey. Bir nokta koyuyorlar
sonumuza, hadi yallah! Senin mimarın olmuştur bizim büyük güçlerin tuzaklarına
düşen yarım aklımız… Çok günlük, çok boş, çok çerezlik işlerdedir belimizin
kuvveti… Oysa çok basit ama büyük mutluluklar getiren sonsuz hazineler vardı
eskiden. Şimdilerin olmazsa olmazı para bile gerekmezdi onlar için.
Kır çiçekleri vardır hani taze taze, saçlarımıza takardık, düğünleri
süslerdik, hayallerimizi arardık içinde… İşte o kır çiçekleri kadar masum
dokunuşlarımızla başlayan, bahar günleri gibi içimize dolan heyecanlara sahip
çıkardık. Bir kere sevdik mi kolay kolay bırakmazdık. Sonra fısıltılarla
anlatırdık ruhumuza sığmayan tutkulu sözleri. Şiirlere, notalara, hatıra
defterlerine dökerdik de anlaşılsın diye yanıp tutuşurduk. Sevmekten bir hal,
bir çare bir tuhaf olurduk. Sarhoş olurduk aşk ile… Yârin eline değmekten hem
pırpırlanır hem huzur bulurduk. Kavuşmak bir ödül, bir hediye olup
efsaneleşirdi... Kıymeti bilinirdi aşk ile geçen her dakikanın… Şimdilerde
almış başını giden bir ortaya dökülmüşlük, bir serbestlik ve çok yönlülük… İşte
öyle alelade günlerin süslü heveslerinde, ağır parfüm kokularında boğulmuş,
garip bir rutubete bulanmış, pis bakışlarla işaretlenmiş anlaşmaların sonunda
çıkmıyor güzel şeyler. Ve böyle zamanlara doğmuyor gerçek aşk çocukları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder