İşler hiç bitecek gibi değil, hayat bitecek gibi. Şehir uyudu gibi
geliyor bazen. Bir şeyler sustu ve zaman durdu sanıyorsun. Sonra bir de
bakıyorsun uyuyan senmişsin. İnsanlar ölüyor, birileri gidiyor, bir şeyler
bitiyorken sen hep ayrı bir yerdeymişsin.
Daha çok bir oyun gibi bu. Baştan kazandığını düşündüğün ya da yenik
başladığına üzüldüğün, adaletsiz, gerekli mi gereksiz mi bilemediğin, vakit
öldüren fayda vermeyen bir oyun gibi. Oyunlar sanki hep eğlence için oynanırmış
gibi geliyor bize değil mi? Öyle olmalı tabi aslında. Ama oyunlar çoğu zaman
kendinden kaçışın en temkinli yolu. Sahte gülümsemenin içine gizlenmiş bir
yalnızlık ve bol bol atılan terin içinde yüzen bir kimsesizlik…
Yoksa bırak şu sonbahar girip geçsin, dolsun camlardan içeri, dolsun nefesine,
yüreğine. Deli danalar gibi koşturur durursun, neyine? Kaç sonbahar kalmış ki
topu topu şurada yaşayacağın? O vakit var ya o vakit, gerçekten çok kıymetli
bir nakit. Bozdurdukça akıp gidiyor tutamıyoruz. Neye gittiğine çok özen
göstermeli o vaktin. Neye, kime… Boşa harcanmış ne çok ömür var.
Madem almışsın sazı eline, çalacaksın gerektiği gibi. Bir tut bir bırak
olmaz ki…
Şehir yine çok hareketli, çocuklar küçük, işimiz zor mu zor. Sana zormuş
kimin umurundaki. İlla gözüne gözüne sokmak mı lazım herkesin, anlamadım ki.
Ama seninle her şey güzel. Ne pişirsen lezzetli, ne alsan değerli.
Değmedi değemedi üzerimize bir anne eli. Bu bizim yaramız, bu bizim duamız, bu
bizim sınavımız oldu.
Bir eş, bir dost, bir komşu, bir yoldaş ya da bir sırdaş biriktirin şu
ömrünüzde. En kıymetli hazinenin o olduğunu hayat size bizzat öğretecek zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder