Bir 8 Mart sabahı doğuyor
yine, kolay mı?
Kırık, ihmallere kurban
gitmiş, itilip kakılmaktan sesi kesilmiş ama bunlara rağmen aktif bir üreme
makinesi; tarih bilmeden, zaman bilmeden haldır haldır çalışıyor işte, evi
barkı dağılmış, aklı fikri karışmış, içi dışına taşmış, kırık ayaklarının
üzerinde yorgun bir savaşçı olup çıkıvermiş, kendi gününün arifesinde…
Ondan güzellik, ondan zarafet,
ondan keramet, ondan haysiyet bekleyip de onu kuyularda boğulmaya terk eden
kültürüne ne demeli?
Ya kendi gücü, kıymeti,
özgüveni?
Kadınca sesler, susturuldukça
her taraftan inadına yankılanan, dönüp dolaşıp yüzümüze çarpan bumeranglar
gibi.
“Beni
hiç dinlemiyor kocam”
Yakınan, ağlayan kadın, sen
hiç kendini dinledin mi peki?
“Beni
hiç anlamıyorlar”
Ey kadın, sen kendini hiç
anlayabildin mi?
“Yolun
sonuna geldik, benden bu kadar”
Kadın, kadın sen sensiz hiçbir
şeyin devam edemeyeceğini öğrenemedin mi?
Pes eden hırçın yüreğin, en
çok da kendi sesine yabancı senin.
Hafızan, en az kendini
kaydetmiş. Neyin peşinden koştuğunu sorsalar elle tutulur bir cevap verebilecek
misin?
Tam 33 yıl olmuş, toprağa
karışmış, mor gözlerine inat bembeyaz teniyle melekleşen kadın;
Her 8 Mart geldiğinde seni
yüreğimden yeniden doğuruyorum.
Seninle birlikte kaybolup
giden tüm eksilmiş yanlarıma küfürler yağdırıyorum.
Seni bilmeden, seni tanımadan
çok özlüyorum.
Sen kimi günler gönlüme
sığmayan peri masallarından taşan kayıp bir kadın, kimi zaman ömrünün baharına
kast edilerek yok edilmiş bir genç kız, kimi zaman da içime sığdıramadığım
kimsesiz bir çocuksun.
Sen gittiğinde büyüdüm ben.
Sen gittiğinde bütün kadınlar
SEN oldu, bütün çocuklar da BEN…
Sen huzura kavuştukça ben
huzuru aradım.
Ömrünü başkalarının iki
dudağından çıkan birkaç “hayır” a teslim edişin hâlâ yüreğimin yarası olsa da,
ben senin devamınım. Senin boyun eğişin benim aklımın başlangıcı oldu.
İçimde filizlenen küçük bir
umut, yorgunluğumla kırgınlığımdan sıyrılmaya başlayan hayallerimin sebebi.
Kadının zaferi, acılarına
teslim olmadığı o imkânsız sanılan noktada başlıyor. Sen kaybetmiş
görünebilirsin ama hiç hatırlayamadığım varlığın benden izinsiz, benden
bağımsız yine benim ruhumda yaşıyor.
Her kadın göğsüne sakladığı
bir acıdan beslenir. Kadınlar birbirinin ne olduğunu her şeyden iyi bilir.
Biraz gözyaşı biraz
ezilmişlik, biraz da çaresizlik…
Hediyelerle kapatılamayacak
kadar büyük bir boşluk…
Kadının doğasındaki
genişlikle ters düşen o garip sıkışmışlık, bazı gün başında bir ağrı, bazı gün
kasıklarında bir yanma, bazı gün ağzından çıkan bir çığlık…
Hâlâ da kabul edemez kadın
bir türlü.
Sevgili kadın,
Sen en çok kendine
yabancısın…
Cilveni kullandığın kadar
aklını, duygunu hissettiğin kadar hayat çizgini, herkese gerdiğin kolunu
kanadını esirgediğin varlığını bir bilebilseydin…
Dert sende derman da sende…
Dırdırların öldürür,
beklentilerin bezdirir, kırgınlıkların sonumuz olur.
Oysa sen bilmediğin,
anlayamadığın kadar özel ve güzelsin.
Tek bir gün anılamayacak
kadar muhteşemsin.
Bunu sen görmeden kimse
göremez.
Taze bahar dalları gibi
açarsın her gün, görmesini, koklamasını, korumasını bilene…
Hayatı doldurduğun karnınla,
sürgünlere gönderdiğin ruhun her gün yeni savaşlara tutulur. Yüzün düşer,
boynun kırılır, belin bükülür de yine de zalimlere bir DUR demezsin.
Oysa sen bir şiir kadar
yürekten, bir çiçek kadar doğadan, bir melek gibi cennetten gelensin.
Bir gün değil, her gün
şükredilecek bir nimetsin.
Hediyeler, kutlamalar,
süslemeler bekleme;
SEN HEDİYENİN TA KENDİSİSİN…
Şimdilerde kadınca bir ses
yükselir toplumdan; bulantılı, gürültülü ve kimsesiz… Duyan var mı, soran var mı,
anlamaya çalışan var mı yoksa herkes yine kendi halinde mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder