Kimi değerleri bizden sonraki nesillere aktarmanın sancıları içinde
kavranırken, kendiliğinden yerleşivermiş güzelliklere neden minnet duyulmaz? En
şanslı noktamız, gönlümüzdekilerin hayata geçtiğini gördüğümüz an değil mi? Milletçe
sorunumuz; at gözlükleri, kıt düşünceler, kısıtlı ve daraltılmış bakışlarla
körelttiğimiz gelecek…
En büyük savaşımız cehalete karşı açılmış olan savaştı hani… Cehalet
neyle yenilir? Bilgiyle, sevgiyle, iletişimle, duyarlılıkla değil mi? Çalışarak
değil mi? Peki bu uğurda çalışanları neden yürekten kucaklayamıyoruz bir türlü?
Körü körüne okumayı savunmamışımdır hiçbir zaman. Kütüphaneler dolusu
kitap okumanın büyük bir marifet olduğuna da pek inanmıyorum. Eğer bir cümle
okuyup, onu bütün hayatınıza yayabiliyorsanız, en büyük okur olursunuz benim
gözümde… Miktar değil nitelik, boy değil işlev hesabı…
Uzun ve sıkıcı kitaplar okunması gerekmez, insan olmak için. Dolu
eğitimler adam etmez kişiyi. VE İÇİNDE SEVGİ OLMAYAN HİÇ BİRŞEY, YETERİNCE İYİ
DEĞİLDİR…
“Kitabını alır almaz üzerinde
gezindi ellerim” demişti bir arkadaşım. Hâlâ okumadığını biliyorum. Ama
bana verdiği değeri bu şekilde hissedebildim ben… Yazdıklarıma olan saygısı,
ancak okumak için aklını toplayabildiği, zamanını ayırabildiği zaman olacak…
Aynı saygıyı ben de ona duyuyorum.
Kitabın kokusu ömürlerimize girip de yer kaplayan en güzel şeylerden biri
olmalı… Sayısı değil, kokusu… Girdiği ortama verdiği dinginlik, sükûnet…
Bunu bir insana aşılamanın ne kadar zor olduğunu en çok eğitimcilerin
bildiğini sanırdık. Öyle değil galiba… Ortalık, nice okumuş cahillerle dolu
olduğuna göre… Ama onların eğitim kurumlarında “eğitimci” adı altında görev
yapıyor olması daha da ilginç bir durum…
Günün birinde, gencecik bir üniversite öğrencisinin mesajıyla
şenlenmiştim. Öğretmekte zorlandığımız kavramları çoktan idrak etmiş,
sindirmişti. Artık hayata geçirmenin derdindeydi. Bu yolda yardımımı, desteğimi
istiyordu…


Kitapları yollamakla kalmadım, onların çalışmalarını takip ettim. Böyle
yararlı bir fikrin nasıl yayılacağını izlemek bana keyif veriyordu.
Halka İlişkiler Bölümü’nde okuyan öğrencilerin bir okul projesinin
kapsamında yaptıkları bu çalışmaya herkesin canı gönülden destek vereceğini
sanırız. Ama öyle olmamıştı…
Projelerinin amacını “okullarının
kurumsal kimliği ve imajını arttırarak tanınabilirliğini sürdürmek” olarak
belirlemişlerdi. Kitapları ve araştırmayı seven beş arkadaş bu projeye
inanmışlar ve gönül vermişlerdi. Okulda bir kütüphanenin olmaması, onları
harekete geçiren nedenlerden biriydi. Bir kere, üniversite dediğimiz yerde bir
kütüphane olmaması büyük eksikliktir. Bu eksikliği tespit edip harekete geçen
öğrencilerin çabalarına burun kıvıran öğretim üyelerine ne demek gerek?

Öncelikle yüreklerine inançlarını koydular…
Projeleriyle ilgili afişler bastırarak (tabi ki kendi bütçe ve imkânlarıyla)
okulun içindeki pano ve duvarlara; yaşadıkları semtin sokaklarına; işlek cafe
ve restaurantlara asarak işe başladılar. Halkın desteğiyle 200 kitap topladılar
ilk başta. Kitaplar biriktikçe duydukları şevk, heyecan ve motivasyonu tahmin
edebiliyorum…
Kültür Merkezi’nde bir tiyatro düzenlediler. Gelen herkes bilet almak
yerine bir kitap getirecekti. Bu şekilde 100 küsur kitap daha elde ettiler.
Etkinliğin çok yönlülüğüne hayranlık duyuyorum gerçekten. Kitap bir giriş
bileti oluyor ve kültüre iki taraflı hizmet ediyorsunuz. İnanılmaz derece
takdir edilesi bir fikir…
İl Halk Kütüphanesi’nden kitap desteği istediler. Sosyal medya yoluyla
benim gibi yazarlara ve yayınevlerine ulaşarak destek rica ettiler.

Onların kendilerine olan güvenini desteklemeyen eğitimciler, bu işi
birazcık inada bindirmelerine de sebep olmuştu. Oysa böyle işler inatla değil,
sevgiyle yapılmalıdır. Eğittiğiniz insanlarda hangi duyguları harekete
geçirdiğinize dikkat etmeniz gerekir.
Kitapları toparladıktan sonra, kütüphanenin dekorasyonunu üstlenerek
projeye devam ettiler. Bazı yazarların
biyografisini çerçeveletip kütüphanenin duvarlarına astılar, raflar yaptırarak
kitapları büyük bir özenle yerleştirdiler.

1217 kitapla kütüphanenin açılışını yaptıktan sonra, 140 kitap daha
gönderilmiş…
Katlanarak devam eden bu güzelliğin başlamasına vesile olan gurur kaynağı
gençlerimizin okulda son yıllarıydı. Emeklerinin karşılığını manevi anlamda
alamadıklarına inanmalarına çok üzüldüm. Projeler arasında sekizinciliği layık
gören hocalarına içerliyorlardı haklı olarak. Ama onlardan sonra gelecek
öğrencilere kurulu yepyeni bir kütüphane, bir çalışma ortamı hazırlamanın
sevinciyle teselli buluyorlardı.
Sevgili gençler, siz ülkemizin geleceğinin yapılandırılması projesinde
BİRİNCİ oldunuz. Bu birinciliği size canı gönülden bizzat ben veriyorum…
Gözlerinizden öpüyorum.
Eğitimcilerinize ise iki çift lafım var. Yüksek bir eğitim kurumunun
öğretim elemanları olarak, kütüphanesi olmayan bir binada eğitim vermeniz zaten
sizin eksikliğinizdi. Sizler, öğrencileriniz adına bunu çoktan yapmalıydınız.
Hadi yapmadınız, bir derece kabul. Ama sorumluluğunu almayı öğrenmiş, bu kadar
yararlı bir hedefi kendine koyabilmiş öğrencilerinize neden destek değil de
köstek olmaya eğilimliydiniz?
Sizin onlara inanmamanızdan kaynaklanan hayal kırıklığı ve inatla değil, kucak
dolusu sevgi ve güven içinde yapılmalıydı bu iş…
Böyle bir projeyi desteklemeyecekseniz neyi destekleyeceksiniz ki eğitimcilik
hayatınızda?
Okuma sevgisi ve bilincini aşılamanız gerekirken, şevklerini kırdığınız
öğrencileriniz sizi utandırmadı mı şimdi? Benim sizin yerinize yüzüm kızarmadı
değil…
Ayrıca, bir eğitimci, inandığı bir şeyin peşine düşmeyi öğrencilerine aşılayamıyorsa
bıraksın mesleğini zaten…
Hani bana hep “nasıl böyle pozitif
düşünebiliyorsun?” diye soranlar, size sesleniyorum. Memleketimiz elden
gitti diye sızlanıyorsunuz, “bundan sonra
bu ülkeden hayır gelmez” diyorsunuz ya…
İşte size cevabım; polemikler içinde kendimi kaybetmekten sıyrılabildiğim
ve yararlı bir iş yapabildiğim ölçüde ülkeme, toprağıma, insanıma faydalı
olabilirim. Herkesin bir ucundan tutacağı o kadar çok iş var ki…
Kütüphanenin kuruluşu sırasında çekilmiş fotoğrafları yazının içine
serpiştirdim. Bir bakınız, bu emeğe saygı duymamak, bu emeği takdir etmemek
mümkün mü? Her köşesinde genç öğrencilerin ellerinin dokunuşuyla tazelenmiş bir
pırıltı var sanki…
Hiçbir emeği küçümsemeyin…
Kitap kokusunun bizi bir araya getirdiği bu pırıl pırıl gençleri
tanımanın gururu içinde geleceğimize aydınlıkla bakabiliyorum ben…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder