Sonbahar, yaprak dökümünden kaçabilir mi hiç? Mevsim dert etmez de
gidenleri, biz arkasından pare pare oluruz… Gidenler, hep izler bırakır geride…
Döküm, yersiz ve zamansızdır bize göre; lakin kaçışı yoktur işte. Beklenmedik
silkelenmeler hep can yaktığı gibi hep de kaçınılmaz olacak gibi…
Birer birer alır hayat, biriktirdiklerimizi; duymaz çoğunlukla sesimizi,
elde avuçta kalmamış bir gücün sınırlarını zorlayıp durur nedense… Alıştıklarımızla,
sevdiklerimizle güçlüyüzdür oysa… En çok da anıları biriktirmişizdir ısrarla.
Bir hayat dersi, bir tatlı söz, bir gülümseme, belki paylaşılmış saatler,
insanın içini oyarak hatırlatır kendini…
Sevgi biriktirmek kolay mı hiç?
Ve nereden bilecek bunu, para sayma makinesine dönüşmüş insan kılıklı
yaratıklar?
Büyük binalarda, büyük isimlerin vasıtasıyla kurulmuş gönül bağlarını
kuvvetlendiririz biz duygusallar… Sahipleniriz paylaşılanları, değere
bindiririz öğretilenleri, iş yapmanın ötesinde bir yere koyarız sunulmuş
hizmeti, kalbin odacıklarında yer açarız bitmeyecek gibi büyüyen
birlikteliklere…
Sonra bir beyaz yakalı, siyah çantalı tip gelip indiriverir kafamıza,
GÜÜÜÜÜMMM!
Elinde siyah makasla, kesiverir beyaz duygularımızı, yere kırmızı kırmızı
damlar hayal kırıklıklarımız…
İsyan etmek yararsız, baş kaldırmak sonuçsuz, çırpınmalar yetersiz
kalacak artık besbelli…
Şimdi güneşin cılızlaşan ışınlarını kovalayan sonbahar mağdurları
gibiyiz. Ya da ben böyle tanımlayabiliyorum.
Pek çok kişi adına, uzun yılların emeğinin hiçe sayılmasına içerlerken,
içimde burukluklarla zar zor topluyorum ben de kendimi…
O kapılardan insan bir daha nasıl girebilir ki?
Hiç olmamış gibi, tanımamış gibi rol yapabilir mi?
Yeniden bir sebep bulup başlayabilir mi en baştan?
Bir emekçinin ilmek ilmek dokuduğu sıcaklığı, yakınlığı, saygı çerçeveli
bir samimiyeti geri getirebilir mi onların şirket politikaları??
Paraya tamah edenler, görüş imkânlarını koparabilirler ama gönül
bağlarını asla!
Onlar ilişkilere değil, paranın tavan yaptığı grafiklere satmışlardır
hayatlarını…
Gelelim yarınlara…
Kimi zaman gidenlerimizdir bizi hizaya sokan… Ama açılan boşluğu nasıl
doldurabileceğimizi ben de gözyaşlarıyla düşünüyorum.
Hayat, neden devamlı “bağlanma
sakın, üzülürsün!” mesajı veriyor acaba?
Şimdi serbest kalsın dolmuş doluşmuş duygular… Bırakalım kendi haline,
gözyaşlarının boşalmasıyla yıkansın pas tutmuş yerler… Akıp gitsin tüm
ayrılıklar, acılar…
Şok eden kararlarınız da size fazlasıyla zarar olup dönsün beş para etmez
hesapçılar…
Biz yeniden buluşmanın bir yolunu yaratırız elbet, sevgi bize yol
gösterecektir…
Ama siz, rakamlara bağımlı, hesaplara tutkun, şereften yoksun, insanlıktan
nasibini almamış kafalarınızla her daim kaybedeceksiniz. Para kazandıkça,
mutluluk kaybedeceksiniz!
“Hayrı kabul et” diyen
arkadaşım, duyuyorum sesini yine… Ama bazen ayrılığı hoş karşılamak öyle zor
oluyor ki… İyi yüreklere “güle güle” demenin kolay bir yolu yok ki…
Görevinin ötesine geçerek sevgisiyle iz yapmış insanlar hiç unutulmazlar…
Aksine daha da kıymetli olurlar.
Belki bir gün yeniden bir araya geleceğiz.
Belki daha küçük, sıcak bir yerde, daha iyi şartlarda…
Çıkıp gittiğin yerde bir daha eskisi gibi olmayacak hiç bir şey…
Şu çivisi çıkmış dünyada, hep daha iyisi için çareler üretmeye
çalışmaktan yorgun düşmüş bir avuç insanız. Elbet bunun da üstesinden geliriz…
Uzaklık, mesafe ile değil yürek soğukluğuyla oluşur.
Oysa kalbimiz, hâlâ sımsıcak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder