Kaçmanın bana göre olduğunu anlıyorum kimi zaman, ama saklanmanın değil… Kalbim,
bir uğur aynası, bir umut yansıması olmuş insanlara; aklım feda olmuş. Sanki
başkalarına öğreteceklerimi, önce bire bir yaşama sözü vermişim bir zamanlar.
Şimdi yaşamda tek tutabildiğim şey; ruhumun kendinden
geçmediği zamanlarda, iyi ve güzel şeyleri yakalayıp An’da var olabilmek… Bugünlerimize
hâkim olmaya koyulmuş bir kış habercisini - güzün kokusunu duyabiliyorum
mesela…
Kimden kaçıyorsam, ona yakalanıyorum düşlerimde…
Neden vazgeçersem, onunla yeni bir sınava giriyorum adeta; her ama her
soruda istisnasızca karşımda buluveriyorum…
İnsan kendini ne kadar anlatabilir ki başkalarına? Kendini ne kadar öne
sürebilir ya da ortaya koyabilir?
Ben de artık, kışın gelişine teslim olmayı, insanların sıcak görünen
soğumuş, donuk gülümsemelerine tercih ediyorum. Mevsim, açık alanlarda bir
serinlikten posta posta uçuşmaya başlıyorsa her nasıl; ben de birer birer uzaklaşıyorum
verilmiş güvensizliklerin kucağından…
Kendime doğru ilerliyorum, sonu yalnızlık bile olsa…
Sevdikçe yalnızlaşmak, adaletlice bir iş değil…
Kendini açtıkça dışlanmak, doğru değil…
Herkesin yediği naneleri dile dökmek, kalemden akıtmak, bir dürüstlük
abidesi yapmıyor insanı… Elebaşı kılıklı dağınık bir ruh gibi sere serpe
gezinmek, öyle kolay mı?
Burnumda buram buram tütmeye başladı güzün kokusu… İlham aralıksız
yakalıyor beni kıskıvrak, bedenime dolanıyor, kalbimi ele geçiriyor, boğazımı
sıkıyor… Ya KONUŞ, ya YAZ ya da YAŞA diye emrediyor…
Cennet görünümlü cehennemler ya da cehennem görünümlü cennetler var
buralarda…
Şanslı kesimdeniz güya, yemediğimiz damga kalmıyor… En iyisi güzün
kokusuna kapılıp gitmek… Toprağa, ota, böceğe, kuma, deniz suyuna karışmak en
iyisi… Ulaşmak mümkün olsa da bulutlara uzanabilsek mesela… Ama güz oradan
kuşbakışı olur, ancak yere yakın olunca hissedilir…
Bulutlar bile uzaktan güzel belki… Hayaller gibi, hayranlıklar gibi,
aşklar gibi…
Her şey belki de uzaktan güzel…
Yazın gelişine sevindirmiyordu beni hayat, şimdi kendimi buluyorum ben de
ona inat.
Ben öz be öz bir sonbahar kadınıyım…
Yaprak dökmediğim, gözümden damlalar yağdırmadığım, uçuşup kasıp
kavurmadığım bir hava, bir zaman, bir yer yok…
Seviyorum baharın göz kırpışlarını, soğuktan kaçma bahanesiyle sıcacık
sarılmaları, kuytulara gönlümce kaderimce sığınmayı, kar tanelerine tatlı-sert
teslimiyeti, kapalı kapıların arkasında ocakların tütüşünü, kaynayan gizemliliğiyle
soğuğa meydan okuyan odaları, üşüdükçe kapanmayı, sarınmayı…
Aşk da bir kış duygusudur bana kalırsa…
Aşk, yazın aldatıcılığına gelmez.
Aşk, sonbaharla sinyallerini verir, kışın orta yerinde zirve yapar,
ilkbaharda durulur ve yazın dinlenmeye geçer…
Aşk bir yangındır çünkü…
Kışın soğuğunda ancak yanabilir…
Hüzün mevsimi sonbahar, nasıl da tanımlıyor, anlıyorsun beni…
Umutlandırıyorsun…
Ömrüm uzuyor, bedenim diriliyor, kabuğumdan sıyrılıyorum derece düştükçe…
Derece düştükçe, ben yanıyorum…
Vericiliğim, üreticiliğim, kendime dönüşlerim ve tüm duyularımla, buram
buram güz kokusu alıyorum.
Sanki şimdi yeniden hayat buluyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder