Hayatın cilveli
ve oynak yanlarına uyabilmek maharet ister. Bir gün tokat manyağı yaparken
başka gün yavrusuymuş gibi kucaklayan enerji, güya iyiliğimiz için böyle
dengesiz çalışıyormuş… Hadi inanalım bakalım şimdilik buna… Cellâdını seven
kurbanlar, şamar oğlanları, âşık aptallar, iyimser ve iyiliksever saflar olmaya
devam edelim bir süre daha… Sonu nerelere varacaksa artık, bana çok tehlikeli
bir oyun oynuyormuşuz gibi geliyor…
En çok zorlandığım nokta, tıkanıklıklar… Hani bilgisayar oyunlarında
haftalarca uğraştıran bazı bölümler oluyor ya, işte onlardan farksız, hatta
daha uzun yıllardır üzerinde çalışıp muvaffak olamadığım, delirme noktasında
çırpınıp kimseden yardım isteyemediğim şeyler… Herkesin vardır… Sadece herkes
itiraf etme cesaretine sahip değildir.
“ŞİMDİ…”
Sihirli sözcük budur. Bu kadar basit. Bu kadar kısa ve yalın.
Beyin oyun oynuyor bize hep. Amacı bilmece çözdürüp beyin jimnastiği
yaptırmak mı acaba? Çok basit hayat kurallarını kim bu kadar zorlaştırdı yahu?
Beş duyumla uzanabildiğim, dokunabildiğim, koklayabildiğim, tadabildiğim,
görebildiğim ve duyabildiğim kadar yaşayabiliyorum ŞİMDİde.
Duygular bozuyor işi birazcık…
Duygular beş duyuya da sığmıyor, en geniş mekânlara da, bedenimize nasıl
sığsın?
Duygular, beş duyudan daha ötesini gösteriyor.
ŞİMDİde yaşamaktan uzaklaştırıyor belki de…
Sevmek, hem özgürlük hem bağımlılık…
Bulmacanın zor tarafı, anlam yüklemedikçe değersizleşmek veya değer
verdikçe küçük görülmek.
Hepimiz katıla katıla sevmek istiyoruz.
Kaçıyoruz sevenlerden.
Neden?
Hadi bunu çözsün ruh bilimciler.
Biz gerçekte ne istiyoruz?
Ben utanmadan, korkmadan sınırsızca EVET demek istiyorum.
Hislerimi açıkça söyleyebilmek…
Yargılanmadan yaşayabilmek…
Kafamdan kalbime akan ateş toplarını buzlarla söndürebilmek…
SENİ SEVİYORUM dediğimde arkasını dönüp gitmeyecek cesur insanlar olsun
hayatımda.
Evrenin sırlarını çözmek için gelmişim bu dünyaya. En olmayacak olayların
karşısında anlayış ve olgunlukla boynumu eğmişim. Çok ağır bir yük…
Bazen beyaz giyinmiş tatlı meleklere teslim ettiğim bedenimin havaya
kaldırıldığını düşlüyorum. O ne hafiflik öyle…
Dünya, bir cennetin önzindanı olmalı…
“Evet, durma devam et” diyebildiğimiz çok az şey var.
Çok az hava, nefes ve mutluluk var.
Çok az zevk var.
Çok fazla yasak…
Yasaklar hep beyinlerin içinden çıkıp geliyor.
Beyinler, işlevine ters çalışıp ruhlara zindanlar örüyor.
Durma bebeğim devam et…
Durma bir daha, bir daha…
En özel anların en sınırsız çığlıklarında insan denen nankörün
kıskançlığını izleyebilirsiniz…
Zevk, en büyük kıskanılma sebebiniz…
O zaman inadına EVET.
Hayata EVET…
Kadına EVET…
Erkeğe EVET…
Kahkahaya EVET…
Özgürlüğe EVET…
Sınırsızlığa EVET…
Durma bebeğim devam et…
Nasıl olsa zevkinin acısını çıkaracaklar fitil fitil…
Anı yaşa, hakkını ver kahpe hayatın, şimdiyi kaçırma: EVET…
Nasıl olsa arkandan konuşacaklar uzun uzun.
“Ne kadar da zevk düşkünüydü” diyecekler.
Gizli kelime bu olmalı bence: ZEVK…
Yasak kelime, yolun sonu, vahşetin başı, şu uçkur meselesinin özü, soyun
sopun devamı hikâyesi ve hasta olduk hepimiz ruhen sonunda…
Durma bebeğim devam et…
Nasıl olsa burnumuzdan getirecekler…
Ama bitmedi…
İnadına EVET.
Sonuna kadar EVET…
Avaz avaz EVET…
Bağırmalı ki çoğalsın…
Yoksa sonsuza kadar susturacaklar mutlu eden ne varsa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder