4 Eylül 2013 Çarşamba

YAZ GELMEDİ

Anlatmam istendiğinde düğümlenip kalmama neden olan yaşanmışlıklarım hâlâ zoruma gidiyor. Sindiremediğimden, kabullenemediğimden ve hatta belki utandığımdan dolayı söylemeye dilim varmıyor. Herkes için öyle değil midir zaten; iyi olanı anlatmak kolay, kötüyü ise zor… Yıllardır süregelen, bir türlü bitmek bilmeyen kıyametlerden bir kaç tanesi koptu yine. Her şey darmadağın oldu… Toplamaya çalışmam nafile gibi geliyor artık… Olan oldu, yıkıldı döküldü… Bu sene yaz hiç gelmedi…

Ben iyi olmayı ne kadar istersem, birileri de o kadar kötü olmakta diretirken tükenmez miyim? Tedavi olması gerekenlerin yerine ben olursam, düşünmesi gerekenlerin adına ben düşünürsem, başkalarının temizlemeye çalıştığım yıkıntılarının içinde gayri ihtiyari kaybolursam ve hâlâ da talepler, şikâyetler ve pozitif olma çabama rağmen kötümser yüzler, diller, hayatlar öne sürülürse ben tükenmez miyim? Böyle böyle otuz iki yaşına geldim, yetmedi mi size? İnsaf be…
Bir de hâlâ ne olduğunu, neyim olduğunu zoraki ve iğnelemeyle sorabiliyorlar. Çıkın gidin hayatımdan desem, sırtında kamburdur kurtulamazsın diyorlar. Mutlu olmaya kalksam, düşüncesizlik ya da bencillikle suçlanıyorum. Geleceği planladığımda, akılcı olduğumda ya da gerçekleri gördüğümde “gaddar” damgası bile yiyebiliyorum yerine göre… Oysa bugünlerde ortalıkta alenen dolaşan büyük gaddarlar varken bana ettiğiniz haksızlık yüzünden dilinize acı biber sürülmeli…
Hani nasıl söylesem, bataklıktan kurtarmak için el uzattığınızda batağa çekilmeniz olasıdır ya, işte bu da öyle… Ben beyazlar içinde, nurlar saçarak kahverengi çamura doğru fedakârca elimi uzattığımda önce üstüm başım batıyor, sonra ayağım kayıyor, bir de bakmışım batağa girmeye başlamışım. Kimse yeter artık, bu bizim batağımız sen kendi akını koru demiyor. En yakınınız zannettiğiniz bile yeri geliyor bencilce onunla birlikte çıkmaza girmenizi istiyor.
Arkamı dönüp gidemiyorum…
Vicdanım, beni yok edene kadar devrede kalmalı mı?
Her yanımı kaplamış korkulardan bin bir zahmetle kurtuldukça bir yenisini, yüzlerce yenisini eklemeniz, nüfus cüzdanımızdaki benzerliklere dayanarak üstüme yıkmak istediğiniz yığıntılarınız mı? Ben yoruldum artık…
Kesip atmak istiyorum. Yaptığım yeni başlangıçlara yazık… Tekrar başa alacağım, hep kendimi feda edeceğim ama siz hiç akıllanmayacaksınız öyle mi?
O zaman herkes yoluna gitsin…
Topu topu kaç yıl ömrümüz var ki? Geri getirilemeyecek bir yazı daha tükettim benim suçum olmayan şeyler için. Yazık değil mi?
Oysa öyle kıpırtılar vardı ki içimde son zamanlarda… Güneşe doğru ilerliyordum, yeni baştan var oluyordum. Binlerce yol deniyor, binincisinde muvaffak olsam mutlu oluyordum. Bir amacım var bu dünyada, çekilin yolumdan artık, hem de kim olursanız olun…
Eylül gelirken getirdiği tatlı serinlik kavrulan yüreklere, cayır cayır yanan bağırlara iyi gelecek… İyi bir şey yapmaya çalışanları baltalamak en büyük günahlardan değil midir? Esas günah sahipleri yansın cehennemlerde…
Dünyada olanları kendi dünyamda olanlarla özdeşleştirirken; kırıcı, yıkıcı ve haksızca yanlarını benzeştirirken görüyorum ki ayakta kalmak ve bildiğini okumak ama çok da kararlı durmak gerekiyor. Lakin doğruları izleyenleri sopalarla kovalıyorlar. Hiç uzaklara gitmeden, yanı başınızda bunu yaptıklarında emin olun daha çok acıtıyor.
Kendi doğrumu yaşamadan nasıl ayakta kalabilirim?
Umurunuzda mı?
Tartışmaya açık bir durum bile yok… Tamiratlar yeniden ve yeniden başladığında düzeltmeye yaramadığı gibi yorucu da oluyor. Duygularım yalama oldu çoktandır… Bir ömür tamiratla geçer mi?
Auramdaki ışık içimde hapsolmuştu sayenizde. Şimdi dışarı çıkmak için bana baskı yapıyor. Kusura bakmayın iyileşeceğim, sizler gibi hasta kalmayacağım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder