“Başla” diyordu gelen mesajda… “Artık bekleme, harekete geç”… Beklenmedik
sonlara şahit olurken, bitişlere imza atılırken, canından can koparken insan
harekete geçmeyi nasıl düşünebilir ki? El kol bağlı, uyuşmuş, tükenmiş bir
vaziyetteyken iradeyi ortaya çıkarmanın, her işi teker teker yeniden eline
almanın gücünü bulmak imkânsızlaşıyor… İşte böyle zamanlarda yine felsefeye
sığınıyorum (aklıselim insanlar gibi);
“Her bitiş yeni bir başlangıçtır”
Yeni başlangıçlar, gidişini hüzünle izlediklerinize teselli olamıyor her
zaman. Ne bileyim, her şeyin yeri ayrı sanki. Hele ki kayıplara neden olanlar,
yeni bir şeye başlamanıza, emeğinizi sahiplenmenize izin vermiyorsa… İnsanoğlu
mazoşistlikten kurtulmalı ve geçmişe sıkı sıkı tutunarak acı çekmek yerine
geleceğine doğru bakmalı… Zaten önümüzde karartılmaya çalışılan bir gelecek
varken şansımızı zorlayacağımız belli oldu artık. Bize neler bırakacağınızı
düşünmemişsiniz, bırakın da kendimizi toparlayalım bari…
Dünyayı değiştirmesi gerektiğini söyleyen arkadaşım geliveriyor aklıma.
Uç bir inanışa sahip olduğunu düşünmedim hiçbir zaman. Ama neyi beklediğini
sormak isterdim ona. Değiştirmeye başlamazsak, pek yakında elimizde ne kalacak
ki?
Dünyayı değiştirmeye de ancak kendimizden başlayabiliyoruz işte.
Başkalarını değiştirmek öyle zor ki… Yaptıkları hataları izlerken gün gelip de
hatalarının getireceği sonuçları öngörmek ve onlara bir türlü anlatamamak öyle
zor ki… Adam yerine konmadan çocuk muamelesi görmek belki de en zoru… Oysa ben
onların hepsinden önce büyümüştüm.
Büyümüştüm de ne oldu sanki?
Takdir mi gördüm destek mi?
Kıvanç mı duyuldu benimle?
Övgüler yağmuruna mı tutuldum?
Oofff offf… Bir de çokbilmişlikle suçlandım yazık ki…
Her şey yerle bir olup, altı üstüne gelse de birilerinin ders almamakta
inat etmesi ne tuhaf.
Dünya çalkantılarla yerinden oynarken, yeni bir çağa girişimizin
sinyallerine odaklanmaktan başka çaremiz kalmadı belli ki. Yepyeni bir dönemin
başlangıcında olmanın sancıları olmalı bunlar. Tahammül etmekte güçlük
çektiğimiz durumlar fazlasıyla ağır geliyor. Daha da özelde çalkantılara
kapılıp gittiğim için, aynaya bakmayı unutacak kadar kendimi kaptırışım bana
doğal geliyor, kimilerine de yersiz ve gereksiz.
İşte, her gecenin sabahı olduğuna, şafaktan tam önceki vaktin en karanlık
an olduğuna, her şerde bir hayır olduğuna inanma vakti. Lakin hem özele
indirgenebilen boyutta hem de genel olarak hepimizi etkileyen saflarda,
sırtımıza batırılmış bıçakların yarasını iyileştirmenin başka çaresi yok.
Bir gün dert edindiklerimiz, bir sabah bir uyanıyoruz ki güncelliğini
kaybedivermiş. Bir gün her şey güncelliğini kaybedecek. Kara toprak baskın
gelip de, hepimizi birer birer yuttuğunda boşuna mı çekmiş olacağız bu acıları?
Tanrının bu dünyayı bir sınav yeri olarak düzenlediği ihtimali giderek
zayıflıyor… Bence başka bir planı olmalı…
Yaşamın dolaylı mesajı ara ara kulağıma gaipten çalınmayı sürdürüyor: “Başla…”
Kafamın içi ambale olmuş, gözüm gönlüm kararmış, yüreğim kırgın ama
benliğimde bir noktacık var ki hala ışıl ışıl yanmakta, dimdik kalmakta ve yaşamakta
direniyor.
Yaklaşık otuz yıldır yaptığım gibi yıllar sonrasının çözümlerini
düşünmeyi bir kenara bırakıyorum. Günü yaşamanın bir yolunu arayacağım. Bulan
varsa, bilen varsa haber versin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder