Nasıl olup da günlerin geçtiğini ve en önemli şeylere sıra gelemeden
bittiğini düşünürken, ellerimde takvimin bir yaprağını daha yırtmaktayım şimdi…
Ayın ve mevsimin sonunun gelip çatışına rağmen hâlâ güzelim baharı yaşayamadığımıza
içerlememek ne mümkün. Yine çalışma, çabalama; aynı teranelerde dönüp duran
dolaplar; dürüst ve düzgün kalarak ayakta durma gayreti yordu fazlasıyla… Her
gün yeni bir uğraş çıkaran, savaş yaratan güçlerin esaretindeyken,
çırpınışlarımıza kulak verecek daha büyük bir güç olduğuna ilişkin inancımızı
yitirmekte olabilir miyiz?
Kaçırmamızı istemeyeceğim güzellikte öyle görüntüler var ki etrafımızda…
Bulunduğum her yerde, yaptığım her işte ışık saçmaya alışırken, eksik kalan yanlarımıza üzülmekten kendimi alamıyorum. Güzel olan herhangi bir şeyle
ilgilenmeden geçip gitmek gibi… Yeterince sevmemek gibi… Günde bir saat de olsa
dinlenmemek gibi…
Başkentteyken nerdeyse on ay kış yaşadığımız günlerde, İstanbul’un
baharını nasıl da özlediğimi hatırlayınca, buraların kıymetini bilebildiğimizden
duyduğum şüphe içimi yakmaya başlıyor... Sıcak yaz günlerini iple çekip
bronzlaşmanın derdine düşemem de, ağacın ve yeşilin nefesime kattığı oksijenle
sarhoş olmaya yeltenirim. Bir yandan da etrafta cennetten kopup da önümüze
kondurulmuş güzelliklerin bir bir alınıp koparılmasından ürkerim bugün…

Karşı binanın kenarından geçerken fark ettiğim bir erik ağacı kış
uykularından uyandırıyor... Kaç yıldır aklım, gözüm, nerdeydi de bu güzelliği
es geçmişim böyle… Toprağın üzerine erikler düşmüş… İçinde bulunduğu binanın müteahhide
verildiği ve kısa zaman sonra yıkılacağı aklıma gelince kendimi alamadığım
ürpertiler kapılıyor içimi... Acaba bu ağaçları da keserler mi, o soğuk ve modern
binaları yaparlarken… “Bırakın eskisin” demek geliyor içimden. İnsanlarla
birlikte ve doğal haliyle eskisin apartmanlar… Bırakın yenilerini inşa etmeyi… Dokunmayın
doğalımıza…
Bir gün baharlar hiç gelemeyecek ve oksijenimiz, suyumuz bile kalmayacak
diye korkuyorum. Çocuk doğurmaktan çekiniyorum yine, ona ne bırakabileceğim
diye… “Korktuk yavrum, direnemedik” demektense onu buradan uzak tutmak
istiyorum yine… Hamile kalmadan doğum sancıları çekiyorum…
Altında ezilmekte olduğumuz ve birilerinin hayâsızlığından doğan yüzlerce
sorumluluğumuz olduğuna ne şüphe... Anlayamadığım ve kabul edemediğim bir şey
var. Birileri bu dünyayı pisletirken biz temizlemeye mi geldik gerçekten?
Yüzümüze gözümüze tükürüle tükürüle savaşmanın ve derdimizi anlatmanın,
yaralanmanın nihayetinde yok olmak için mi?
İsyankârlık bana göre değil… Haberler ve mide kaldıran tüm gelişmeler bir
daha baharların gelmeyeceğine işaret eder gibi görünse de, gün doğmadan yine
umulmadık ışıklar doğacağına inanmaya davet ediyorum hepimizi…
Bir kargaşa içindeyken, savaşın ortasındayken ve canımız yanmaktayken
baharları kaçırmak ve yaz sıcağıyla kavrulurken ayılmak istemesem de, zaten
gittiğim yere baharı benliğimle taşıdığımı hatırlayıp rahatlamak daha çok işime
geliyor…
Biraz yatışıyor gibiyim. Yüzüme güneş gibi doğan bir gülümseme görebilen
gözlerime can geliyor. SEVGİ bu savaşı kazanacak… AKIL kazanacak mı bilmiyorum
ama bir yolunu bulacağız elbet… Birbirimizi sevdikten, sevmekten vazgeçmedikten
sonra neden olmasın?
Hep söyledim yine söylüyorum, bahar takvimlerde değil yüreğimizde…
Yarın bir haziran.
Yeni bir başlangıç olsun.
Ne olursa olsun, yaşamaya gecikmeyin. Çünkü bir gün bitecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder